Bir astrofizikçinin 2004’te öne sürdüğü teorisi doğrulandı: Güneş’in bileşimi neden değişir?
Yaklaşık 17 yıl önce, US Deniz Araştırma Laboratuvarı’nda astrofizikçi olan J. Martin Laming, Güneş’in en ince dış katmanının kimyasal bileşiminin aşağı tabakalardan neden çok farklı olduğunu kuramlaştırmıştı. Teorisi, yakın zamanda Güneş’in Dünya’dan ve uzaydan gelen manyetik dalgalarının birleşik gözlemleriyle doğrulandı.
Araştırmanın sonuçlarını yayınladığı makalesinde, bu manyetik dalgaların, güneşte kimyasal bileşimin yeni bir süreçte tamamen nasıl değiştiğini açıklamasına rağmen, Nobel Ödülleri bu konuda çalışan 1997’de Steven Chu’ya ve 2018’de Arthur Ashkin’e verildi. Laming bu fenomeni 1990’ların ortalarında keşfetmeye başlamış ve teoriyi ilk olarak 2004’te yayınlamıştı.
Lamnig: “Yeni gözlemlerin teoride ‘kaputun altında’ olanları gösterdiğini ve bunların gerçekte Güneş’te cereyan ettiğini öğrenmek tatmin edici oldu” dedi. Güneş birçok katmandan oluşur. Gökbilimciler, onun en dış katmanına, güneş koronası (taç tabaka) adını verirler. Bu tabaka dünyadan yalnızca tam bir güneş tutulması sırasında izlenebilir.
Koronadaki tüm güneş aktivitesi, güneşin manyetik alanı tarafından yönlendirilir. Bu etkinlik, güneş patlamaları, koronal kütle atımları, yüksek hızlı güneş rüzgarları, ve enerjetik parçacıklardan oluşur. Güneş aktivitesinin bu çeşitli tezahürlerinin tümü, manyetik alan çizgileri üzerindeki salınımlar ve/veya dalgalar tarafından yayılır ya da tetiklenir.
Laming, “Aynı dalgalar, alt güneş bölgelerine çarptığında, kimyasal bileşimde değişikliğe neden oluyor ve bu malzeme yukarı doğru hareket ederken bunu koronada da görüyoruz. Böylece, koronal kimyasal bileşim bizlere, güneş atmosferindeki dalgaları anlamanın yeni bir yolunu ve güneş aktivitesinin kökenlerine dair yeni kavrayışlar sunuyor” diyor.
US Deniz Araştırma Laboratuvarı Uzay Bilimi Bölümü başkanı Christoph Englert, Güneş’in hava durumunu tahmin etmenin faydalarına ve Laming’in teorisinin Dünya’da iletişim kurma becerimizdeki değişiklikleri tahmin etmeye nasıl yardımcı olabileceğine dikkat çekiyor.
Englert, “Güneş’in yüzde 91’inin hidrojenden olduğunu tahmin ediyoruz, ancak demir, silikon veya magnezyum gibi küçük iyonların oluşturduğu küçük bir fraksiyon koronadan gelen ultraviyole ve X-ışınlarındaki ışıma çıkışına hakim. Bu iyonların bolluğu değişiyorsa, ışıma çıkışı da değişir” diyor.
Devamında, “Güneşte olanların Dünya’nın üst atmosferi üzerinde önemli etkileri vardır ve bu, yerden uzaya radyo frekansı yayılımına dayanan iletişim ve radar teknolojileri için epeyce önemlidir” diye ekliyor.
Ayrıca yörüngedeki uydular, uzay nesneleri vb. üzerinde etkileri vardır. Radyasyon, Dünya’nın üst atmosfer katmanlarında emilir, bu da üst atmosferin plazma, iyonosfer oluşturmasına ve genişleyip büzülmesine neden olarak uydular ve yörünge kalıntıları üzerindeki atmosferik sürüklemeyi etkiler.
Laming, “Güneş ayrıca yüksek enerjili parçacıklar salar. Bu parçacıklar uydulara ve diğer uzay nesnelerine zarar verebilir. Yüksek enerjili parçacıkların kendileri mikroskobiktir, ancak uzaydaki elektronik aletler, güneş panelleri ve navigasyon ekipmanı için tehlikeli olmalarına neden olan hızlarıdır” dedi.
Gökbilimde güneşin teknolojik ilerlemeyi tohumlayan, Galileo’ya kadar uzanan uzun bir ilerleme geçmişi vardır. Güneş aktivitesini güvenilir bir şekilde tahmin etmek uzun vadeli bir hedeftir. Bu hedefe ulaşmak için yıldızımızın iç işleyişini anlamamız gerekir. Bu son başarı, bu yönde atılan bir adım olabilir.