Dokuzuncu Gezegen (Gezegen X) Arayışı Bitti Mi?

Dokuzuncu Gezegenin  bulunması zor gözüküyor.

Arka planda yıldızlar ve galaksinin yer aldığı, üzerinde mavi halkalar ve soru işareti bulunan varsayımsal Gezegen 9'u gösteren bir illüstrasyon

Bilim insanları, güneş sisteminin uzak köşelerinde saklanan dokuzuncu bir gezegenin olabileceğini ve yeni bir teleskopun sonunda onun varlığını kanıtlayabileceğini düşünüyor.

Güneş sisteminin dış kesimlerinde, bilinen gezegenlerden güneşin yakındaki bir yıldızdan zar zor ayırt edilebileceği kadar uzakta, devasa, buzlu bir dünya, insanlık tarafından keşfedilmeyi bekleyen gölgelerin arasında gizleniyor olabilir.

Nihayetinde bu bulunması zor gezegeni bulacağımız gün, gelecek yıl gökyüzünü taramaya başlayacak olan son teknoloji ürünü teleskoplar sayesinde çok yakında olabilir.

Güneş sisteminin sekiz resmi gezegen vardır: Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün. Ancak son yıllarda gökbilimciler, hayali olarak “Dokuzuncu Gezegen” diye adlandırılan bir dünyanın, kozmik mahallemizin uzak köşelerinde saklanıyor olabileceğini öne sürdüler.

2006 yılında gezegen statüsünden “cüce gezegen” statüsüne indirilen Pluton’dan bahsetmiyoruz. Bunun yerine, bilim insanları Dokuzuncu Gezegen’in diğer gezegenlerden milyarlarca kilometre uzakta bir gaz veya buz devi olduğuna inanıyor.

Eğer varsa, güneş sisteminin kökenleri ve evrimi hakkındaki anlayışımız da yeniden yazılabilir. Gökbilimciler bu varsayımsal dünyanın ne kadar büyük olabileceğini, ne kadar uzakta olabileceğini ve hatta Güneş etrafındaki yörüngesinin neresinde olması gerektiğini tahmin ettiler.

Sonuçta Gezegen X olarak da adlandırılan  Dokuzuncu Gezegeni bulmak neredeyse on yıldır bilim adamlarını meşgul ediyor. Güneş sisteminin potansiyel dokuzuncu gezegenine yönelik arayışlar yakında sona erebilir.

Çünkü uzmanlar çığır açan Vere C. Rubin Gözlemevi’nin 2025’te açılmasıyla birlikte, önümüzdeki birkaç yıl içinde nihayet Dokuzuncu Gezegen’i bulabileceğimizi ya da bu fikri tamamen ortadan kaldırabileceğimizi söylüyorlar.

Dokuzuncu Gezegen hipotezi

Kuiper Kuşağı içindeki ve çevresindeki trans-Neptün nesnelerinin (TNO) alışılmadık yörüngeleri, dış güneş sisteminde çok büyük bir şeyin gizlendiğini gösteriyor.

Güneş sistemindeki dokuzuncu gezegen fikri ilk olarak 1781’de Uranüs’ün ve 1846’da Neptün’ün keşfedilmesiyle, diğer gezegenlerin Babilliler tarafından ilk kez tespit edilmesinden 3 bin yıl sonra ortaya çıktı.

Bu keşifler, güneş sisteminin insanlığın bir zamanlar düşündüğünden çok daha büyük olduğunu kanıtladı ve başka dünyaların keşfedilmeyi beklediği olasılığını gündeme getirdi.

Ancak o zamandan bu yana, sıralaması düşürülen Plüton dışında, Neptün’ün veya Kuiper Kuşağı’nın (Neptün’ün ötesinde güneşin etrafında dönen asteroitler, kuyruklu yıldızlar ve cüce gezegenlerden oluşan devasa bir halka) ötesinde tam teşekküllü bir gezegen ortaya çıkmadı.

Gökbilimciler dış güneş sisteminin daha fazlasının haritasını çıkardıkça, gezegen kadar büyük bir şeyi gözden kaçırmaları giderek daha olası görünmeye başladı.

Ancak 2004’teki bir keşif bunu değiştirdi. Bilim insanları, Kuiper Kuşağı’nın ötesinde yer alan potansiyel bir cüce gezegen olan Sedna’nın güneş etrafında tuhaf bir yörüngeye sahip olduğunu buldu.

Alışılmadık yörüngesi, dış güneş sistemindeki başka bir büyük kütlenin kütle çekimsel olarak mini dünyayı çektiğini ima ediyordu. Ancak daha fazla bilgi olmadan bu hipotezin kanıtlanması zordu.

Ardından 2014 yılında yapılan bir araştırmada gökbilimciler, Kuiper Kuşağı’nda Sedna’nınkine benzer eksantrik yörüngeye sahip, 2012 VP113 adlı daha küçük bir nesne tespit ettiklerini duyurdular.

Bulgular ayrıca daha eksantrik TNO’lar bulunmayı beklediğini de umut ettiriyordu. Bu bulgular Brown ve Caltech’den astrofizikçi Konstantin Batygin’in dikkatini çekti; Batygin, hem Sedna’nın hem de 2012 VP113’ün yörüngelerinde aynı “bükülmeye” sahip olduğunu fark etti.

Nesnelerin kısa süreliğine bilinen gezegenlerin yörünge düzleminin altına düşmesine neden olan bu ortak düzensizlik, bir asteroit kümesi, bir cüce gezegen ve hatta tam teşekküllü bir dünya gibi bir şeyin bu nesneleri çekiştirdiğini ileri sürdü.

Eksantrik TNO’ların yörüngeleri araştırmacıların Dokuzuncu Gezegen bulmacasının parçalarını doldurmalarına yardımcı oldu.

Sedna’yı birlikte keşfeden Brown, “Başlangıçta bir gezegen olduğunu söylemedik çünkü bunun var olmasının saçma bir şey olduğunu düşündük. Fakat gördüklerimizi açıklamak için birçok farklı şey denedik ve başka hiçbir şey işe yaramadı” diyordu.

İkili, dokuzuncu bir gezegenin mümkün olduğunu fark ettikten sonra bile, daha az tartışmalı başka bir açıklama bulana kadar bulguları üzerinde durmaya karar verdiler.

Ancak daha sonra eşleşen, yanlış şekillendirilmiş yörüngelere sahip dört TNO daha buldular ve bu da birdenbire kayıp bir gezegenin en mantıklı açıklama gibi görünmesine neden oldu.

O zamanlar ikili, inceledikleri altı TNO’nun hepsinin rastgele şans sayesinde yörünge tuhaflıklarını paylaşma ihtimalinin sadece %2 olduğunu hesapladı. Brown, “Ve bunu gördüğünüz anda ‘Kahretsin, orada bir gezegen var’ diyorsunuz” dedi.

Böylece, 2016 yılında Brown ve Batygin, o zamandan beri halkın hayal gücünü cezbeden “Dokuzuncu Gezegen hipotezini” yayınladılar.

Boşlukları doldurma

Brown, Batygin ve diğerleri 2016’dan beri Dokuzuncu Gezegen’in arayışına devam ediyor. Henüz bulamamış olsalar da, daha da eksantrik TNO’lar keşfettiler; böylece toplam sayı 13’e çıktı ve Dokuzuncu Gezegen’in durumu daha da güçlendi.

Bu keşifler aynı zamanda Dokuzuncu Gezegen’in potansiyel büyüklüğünü, güneşe olan uzaklığını ve güneş sistemindeki yörüngesini de kısıtlıyordu.

Brown, “En iyi tahminimiz, Dünya’dan yedi kat daha büyük veya gezegenimizin kütlesinin beş ila on katı arasında bir kütleye sahip olduğu yönünde” diyor ve bunun onu Jüpiter, Satürn, Neptün ve Uranüs’ün ardından güneş sistemindeki beşinci en büyük gezegeni yapacağını ekliyordu.

Brown, Dokuzuncu Gezegen’in bileşiminin muhtemelen güneşe olan uzaklığı nedeniyle “Neptün’e en çok benzediğini, çapının Dünya’nın genişliğinin iki katı kadar bir şeye eşit olacağını” söylüyordu.

Bazı bilim insanları da, Dokuzuncu Gezegenin tıpkı büyük gaz devleri gibi  uydularla çevrili olabileceğini öne sürüyorlardı. Eğer varsa, Dokuzuncu Gezegen muhtemelen güneşten ortalama 500 AB (1 AB = Güneş Dünya arası uzaklık, 150 milyon km)  uzaktadır.

Bu da Güneş’e Dünya’dan 500 kat daha uzak olduğu anlamına gelir. Bu kulağa çok uzak gibi gelebilir, ancak aynı büyüklükteki öte gezegenlerin yıldızlarının etrafında eşit büyüklükte mesafelerde dolaştığı keşfedildi ve bu da bunun mümkün olduğunu gösteriyordu.

Bu kadar uzakta, Dokuzuncu Gezegenin güneşin etrafında tek bir turu tamamlaması 5 bin ila 10 bin yıl sürebilir. Yörüngesi muhtemelen oldukça eliptik olduğundan, güneşe olan uzaklığı zaman içinde büyük ölçüde değişecektir.

Ayrıca muhtemelen diğer gezegenlerle aynı düzlem yörüngede bulunmuyordu ki bu da onu bulmayı daha da zorlaştırır.

Dokuzuncu Gezegen’in olağandışı yörüngesi ve güneşten aşırı uzaklığı, aynı zamanda onun, yıldız sisteminden atıldıktan sonra Güneş tarafından ele geçirilen yıldızlararası bir dünya olan başıboş bir gezegen olabileceği ihtimalini de artırıyordu.

Ancak Brown ve Batygin, Dokuzuncu Gezegenin muhtemelen güneş sistemindeki diğer gezegenlerle birlikte oluştuğuna inanıyorlardı.

Güneş’e olan uzaklığına bağlı olarak Dokuzuncu Gezegen muhtemelen Uranüs (solda) ve Neptün (sağda) ile benzer bir bileşime sahiptir.

Gerçekten orada mı?

Pek çok gökbilimci Dokuzuncu Gezegen’in varlığı konusunda ihtiyatlı bir iyimserlik içindeydi. Côte d’Azur Gözlemevi’nden gökbilimci Alessandro Morbidelli, “Dokuzuncu Gezegenin var olmasının ‘oldukça muhtemel’ olduğunu” söylüyor, “varlığını destekleyen çeşitli dolaylı kanıtlar var” diye ekliyordu.

Yale Üniversitesi’nden David Rabinowitz, orada bir şeylerin muhtemel olduğu konusunda hemfikirdi ve Dokuzuncu Gezegen’in “şimdiye kadarki en iyi açıklama” olduğunu, ayrıca ilk kez önerilmesinden bu yana  eksantrik TNO’ların keşfedilmesinin bu teoriye olan güveni koruduğunu söylüyordu.

Ancak herkes Dokuzuncu Gezegenin gerçek olduğuna ikna olmuş değildi. Fransa Bordeaux Astrofizik Laboratuvarı’ndan Sean Raymond, “Bu bir roller-coaster oldu! Orada %90 olduğunu düşünmekten %10’a ve her yerde olduğunu düşünmeye başladım.”

“Orada olmasını destekliyorum ama orada olduğuna inanıp inanmadığım konusunda hâlâ agnostikim” diyordu. Dokuzuncu Gezegen hakkındaki şüpheler, TNO’lar arasında görülen tuhaf davranışlara ilişkin alternatif potansiyel açıklamalardan kaynaklanmaktaydı.

Örneğin, Brown ve Batygin’in işaretlediği kütle çekimsel anormallikler, küçük bir kara delikten, görünmez dev bir toz diskinden veya başıboş bir gezegenle tarihi yakın karşılaşmadan kaynaklanabilir, ayrıca alternatif olarak TNO’lar, kütle çekimi modellerinin ayarlanması gerektiğinin kanıtı olabilirdi.

Kanada Regina Üniversitesi’nden gökbilimci Samantha Lawler, “görünür TNO sapmalarının sadece ‘gözlemsel bir önyargı’ olduğuna inanıyorum çünkü Dünya’ya daha yakın olan TNO’ları tespit etmek daha uzak olanlardan daha kolaydır” diyordu.

Lawler, “Dış güneş sisteminde keşfedilecek çok sayıda ilginç cisim kaldığına inanıyorum. Ancak Dokuzuncu Gezegen onlardan biri değildir” diye ekliyordu.

Ancak Brown ve Batygin, gözlemsel önyargının dokuzuncu gezegen yanılsamasını yarattığı fikrini dikkate almıyor, Brown, “Siz onu gerçekten bulana kadar Gezegen Dokuzuncu’nun var olduğundan olabildiğince eminim” diyordu.

Neden bulamadık?

Peki Dokuzuncu Gezegen varsa neden henüz onu tespit edemedik? Brown, bunun kısa cevabının gizli gezegenin “çok çok uzakta” olduğunda yattığını söylüyordu.

Gezegenden yansıyan ışık, güneş sisteminin çoğunu (iki kez) kat ettiğinde çok sönük olacak, bu da onu görmeyi neredeyse imkansız hale getirecekti. Başlangıçta araştırmacıların gezegenin öngörülen yörünge yolu üzerinde nerede olduğu hakkında da hiçbir fikri yoktu.

Brown, bunun, “okyanusta tek bir beyaz balina bulmaya” benzer şekilde, bu soluk cismi aramak için gökyüzünün büyük bir bölgesini incelemek zorunda oldukları anlamına geldiğini söylüyordu.

Brown, şu ana kadar araştırmacıların Dokuzuncu Gezegen’in önerdiği yörünge yolu boyunca çok sayıda gökyüzü araştırmasından elde edilen binlerce görüntüyü analiz ederek zaman içinde hareket eden nesneleri aradığını söylüyordu.

Hawaii’deki Pan-STARRS-1 gözlemevinden elde edilen veriler, Dokuzuncu Gezegen’in saklanabileceği yeri zaten daralttı

Brown, ne yazık ki gece gökyüzünün kuyruklu yıldızlar gibi parlak, hareketli nesnelerle dolu olduğunu, bu nedenle araştırmacıların gezegeni bulmak için “bir sürü çöpü” ayıklaması gerektiğini ekliyordu.

Brown ve Batygin, en son çalışmalarında, Hawaii’deki Haleakala Gözlemevi’ndeki Panoramik Araştırma Teleskobu ve Hızlı Yanıt Sistemi’nden (Pan-STARRS) verilerini analiz ettiler ve şüpheli yörünge yolunun yaklaşık %78’inin gezegen için olası saklanma yerleri olduğunu güvenle dışladılar.

Bu, Dokuzuncu Gezegen’in konumunu yörünge yolunun en uzak %22’lik kısmına kadar daraltıyordu. Ne yazık ki Pan-STARRS gibi teleskoplar bu alanı düzgün bir şekilde arayacak kadar güçlü değildi. Peki o ne zaman bulunacak?

Dokuzuncu Gezegen yörüngesinin en uzak noktalarında saklanıyorsa onu tespit edebilecek kadar güçlü bir teleskopa ihtiyaç olacak.

Brown ve Batygin, gezegeni bulma şansı Pan-STARRS’tan daha yüksek olan Japonya’nın Hawaii’deki Subaru Teleskobu’ndan gelen verileri analiz etmeye başladılar. Ancak bu araştırma işi tamamlamazsa, şu anda Şili’de inşaatı devam eden Vera C. Rubin Gözlemevi’ne yönelecekler.

Dünyanın en büyük dijital kamerasıyla donatılacak olan bu yer tabanlı teleskop, James Webb Uzay Teleskopuna (JWST) benzer bir şekilde, araştırmacıların güneş sisteminde öncekilerin izin verdiğinden daha uzağa bakmasına olanak tanıyacak.

Gökbilimciler Şili’de yakında kurulacak olan Vera C. Rubin Gözlemevi’nin sonunda Dokuzuncu Gezegeni tespit etmelerine olanak sağlayacağını düşünüyor.

Brown, son teknolojiye sahip teleskopun yardımıyla Dokuzuncu Gezegen’in önümüzdeki iki yıl içinde bulunabileceğini söyledi. Ancak 2016’dan bu yana her yıl aynı şeyi söylediğini ekleyerek  şaka da yaptı.

Raymond ve Rabinowitz, Dokuzuncu Gezegen’in Rubin Gözlemevi’nin faaliyete geçmesinden sonraki bir yıl içinde bulunabileceği konusunda hemfikirdi. Raymond, eğer teleskop ilk birkaç yıl içinde gezegeni bulamazsa “o zaman hipotez neredeyse ölmüş demektir” diyordu.

Ancak Morbidelli ve Rabinowitz, teleskop gezegeni hemen bulamasa bile daha fazla TNO tespit edebileceğini ve bunun da teorinin geçerli olup olmadığını göstermeye yardımcı olabileceğini belirtiyordu.

Dokuzuncu Gezegen neden önemli?

Dokuzuncu Gezegen keşfedilirse, uzay ajansları muhtemelen uzak dünyayı ziyaret etmek için sondalar gönderecek.

Raymond, bunun “olağanüstü” bir keşif olacağını söylüyor aynı zamanda güneş sisteminin kökenleri ve evrimi konusundaki anlayışımız açısından da “çok büyük” olacağını ekliyordu.

Morbidelli, gezegeni gözlemlemenin bize dev gezegenlerin oluşumu ve evrimi hakkında daha fazla şey öğretebileceğini söylüyordu.

Bu sadece güneş sistemindeki gezegenler hakkında daha fazla bilgi edinmemize yardımcı olmakla kalmayacak, aynı zamanda uzak yıldızların etrafındaki binlerce dev dış gezegene de ışık tutacaktı.

NASA gibi uzay ajansları gezegene yakın uçmak için sondalar gönderirlerse güneş sisteminin geçmişi hakkında daha fazla ipucu ortaya çıkabilir. Brown, “Ayrıntılı bir şekilde incelendiğinde ortaya çıkacak birçok sırrı olacaktır” diyordu.

Önceki İçerikRessam Takımyıldızında Olağanüstü Bir Çarpışma Gözlendi…
Sonraki İçerikYaratılış Sütunlarının Olağanüstü Yeni Görüntüleri…