Bilim insanları Evrendeki uzaylı yaşamı bulmanın ‘sadece zaman meselesi’ olduğunu söylüyor
Jüpiter misyonunu yöneten bir bilim insanı, gezegenin buzlu uydularından birinde yaşam olmamasının “şaşırtıcı” olacağını söyleyecek kadar ileri gidiyor. James Webb Uzay Teleskobu (JWST) kısa süre önce Güneş Sistemimiz dışındaki bir gezegende yaşama dair umut verici ipuçları tespit etti ve görüş alanında çok daha fazla dünya var.
Yürümekte ve başlamak üzere olan çok sayıda görev, tüm zamanların en büyük bilimsel keşfi için yeni bir uzay yarışına işaret ediyor. İskoçya Kraliyet Gökbilimcisi Prof. C. Heymans, “Sonsuz yıldızlar ve gezegenlerle dolu, sonsuz bir Evrende yaşıyoruz. Ve çoğumuz için, oradaki tek akıllı yaşam olamayacağımız açıktır. Artık evrende yalnız olup olmadığımız sorusuna cevap verebilecek teknolojiye ve yeteneğe sahibiz” diyor.
‘Yaşanabilir bölge (Goldilocks)
Teleskoplar artık uzak yıldızların yörüngesindeki gezegenlerin atmosferlerini analiz ederek, en azından Dünya’da yalnızca canlı organizmalar tarafından üretilebilen kimyasalları arayabilir.
Böyle bir keşfin ilk sinyali bu ayın başlarında geldi. Dünya’da basit deniz organizmaları tarafından üretilen bir gazın olası işareti, 120 ışık yılı uzaklıktaki K2-18b adlı gezegenin atmosferinde tespit edildi.
Gezegen, gökbilimcilerin “Goldilocks bölgesi” olarak adlandırdığı bölgede yer alıyor; yıldızdan, yüzey sıcaklığının ne çok sıcak ne de çok soğuk olacağı kadar uzakta, yaşamı desteklemek için gerekli olan sıvı suyun bulunabileceği kadar uzaklıkta.
Ekip, bir yıl içinde bu umut verici ipuçların doğrulanıp doğrulanmadığını veya ortadan kaybolduğunu öğrenmeyi bekliyor. Araştırmayı yöneten Cambridge Üniversitesi’nden Prof. N. Madhusudhan “eğer ipuçları doğrulanırsa yaşam arayışına dair düşüncelerimizi kökten değiştirecek, incelediğimiz ilk gezegende yaşam belirtileri bulursak, bu, Evren’de yaşamın yaygın olduğu olasılığını artıracaktır” diyor.
Beş yıl içinde Evrendeki yaşama dair anlayışımızda “büyük bir dönüşüm” yaşanacağını öngörüyor. Ekibi K2-18b’de yaşam sinyali bulamazsa, listelerinde incelenecek 10 Goldilocks gezegeni daha var ve muhtemelen bundan sonra çok daha fazlası olacak. Hiçbir şey bulmamanın bile “bu tür gezegenlerde yaşam olasılığına dair önemli bilgiler sağlayacağını” söylüyor.
Onun projesi, evrendeki yaşam işaretlerini araştıran, devam eden veya önümüzdeki yıllarda yapılması planlanan pek çok projeden sadece biri. Bazıları Güneş Sistemindeki gezegenleri araştırıyor, diğerleri ise çok daha uzaklara, derin uzaya bakıyor.
JWST ne kadar güçlü olsa da sınırları var. Gezegenin büyüklüğü ve yıldızına yakınlığı yaşamı desteklemesini sağlar. Ancak JWST, parlama nedeniyle Dünya kadar küçük (K2-18b dünyadan sekiz kat daha büyüktür) veya ana yıldızlarına yakın olan uzak gezegenleri tespit edemiyor.
Bu nedenle NASA, 2030’lu yıllar için Yaşanabilir Dünyalar Gözlemevi’ni (HWO) planlıyor. Yüksek teknoloji ürünü bir güneş koruyucuyu etkili bir şekilde kullanarak, bir gezegenin yörüngesinde bulunduğu yıldızdan gelen ışığı en aza indirip bizimkine benzer gezegenlerin atmosferlerini tespit edip örnekleyebileceği anlamına geliyor.
Bu on yıl içinde ayrıca, Şili çölünün kristal berraklığındaki gökyüzüne bakacak olan Avrupa Güney Gözlemevi’nin (ESO) Aşırı Büyük Teleskobu (ELT) da çevrimiçi hale gelecek. 39 metrelik çapıyla tüm cihazlar arasında en büyük aynaya sahip olan cihaz, öncekilere göre gezegenlerin atmosferinde çok daha fazla ayrıntı görebiliyor.
Atmosferi analiz eden bu teleskopların üçü de, kimyagerler tarafından yüzlerce yıldır kullanılan ve malzemelerin içindeki kimyasalları yaydıkları ışıktan ayırt etmek için kullanılan bir teknikten yararlanıyor. O kadar inanılmaz derecede güçlüler ki, bunu yüzlerce ışık yılı uzaklıktaki bir yıldızın yörüngesinde dönen bir gezegenin atmosferinden gelen küçük bir ışık deliğinden yapabiliyorlar.
Evin yakınında arama
Bazıları uzak gezegenlere bakarken, diğerleri araştırmalarını kendi arka bahçemizle, kendi Güneş Sistemimizdeki gezegenlerle sınırlandırıyor. Yaşamın en muhtemel evi Jüpiter’in buzlu uydularından biri olan Europa’dır. Yüzeyinde kaplan çizgilerini andıran çatlakları olan güzel bir dünyadır bu.
Europa’nın buzlu yüzeyinin altında, su buharının uzaya yayıldığı bir okyanus var. NASA’nın Clipper ve Avrupa Uzay Ajansı’nın (ESA) Jüpiter Buzlu Ayları Kaşifi (Juice) misyonlarının her ikisi de 2030’ların başında oraya varacak.
Juice misyonunun 2012 yılında onaylanmasından kısa bir süre sonra, Europa misyonunun baş bilim insanı Prof. M. Dougherty’ye yaşam bulma şansı olup olmadığı sorulduğunda şöyle yanıtlar: “Jüpiter’in buzlu uydularından birinde yaşam olmaması şaşırtıcı olurdu.”
NASA ayrıca Satürn’ün uydularından biri olan Titan’a inmek için Dragonfly adlı bir uzay aracı gönderiyor. Gezegen turuncu renginde ürkütücü puslu, karbon açısından zengin kimyasallardan yapılmış göller ve bulutlarla dolu egzotik bir dünya. Bu kimyasalların su ile birlikte yaşam için gerekli bir madde olduğu düşünülmektedir.
ESA’nın Huygens iniş aracı tarafından yüzeye inerken çekilen Titan’ın görüntüsü.
Mars şu anda canlı organizmalar için fazla misafirperver değil, ancak astrobiyologlar gezegenin bir zamanlar bereketli, kalın bir atmosfere ve okyanuslara sahip olduğunu ve yaşamı destekleyebileceğine inanıyor.
Azimli (Perseverance) gezgini şu anda bir zamanlar eski bir nehir deltası olduğu düşünülen bir kraterden örnekler topluyor. 2030’lardaki ayrı bir görev, bu kayaları, artık çoktan kaybolmuş olan basit yaşam formlarının potansiyel mikro fosilleri açısından analiz etmek üzere Dünya’ya getirecek.
Uzaylılar bizimle iletişime geçmeye çalışıyor olabilir mi?
Bazı bilim insanları bu sorunun bilim kurgu alanı ve uzak bir ihtimal olduğunu düşünüyor; ancak yabancı dünyalardan gelen radyo sinyallerinin araştırılması, özellikle Dünya Dışı Zeka Arayışı (SETI) enstitüsü tarafından onlarca yıldır devam ediyor.
Uzayın tamamı bakılamayacak kadar büyük bir yer olduğundan, aramalar bugüne kadar rastgele yapıldı. Ancak JWST gibi teleskopların uzaylı uygarlıkların var olması en olası yerleri belirleme yeteneği, SETI’nin araştırmasına odaklanabileceği anlamına geliyor.
SETI’nin ‘Carl Sagan Evrendeki yaşam araştırmaları merkezi’ müdürü Dr. N. Cabrol’a göre bu, yeni bir ivme kazandırdı. Enstitü teleskop dizisini modernize etti ve artık uzak gezegenlerden gelen güçlü lazer darbelerinden ulaşan iletişimi aramak için araçlar kullanıyor.
Oldukça nitelikli bir astrobiyolog olan Dr. Cabrol, bazı bilim insanlarının SETI’nin sinyal arayışına neden şüpheyle yaklaştığını anlıyor. Ancak Dr. Cabrol, uzak atmosferlerden gelen kimyasal izlerin, Ay’a yakın uçuşlardan elde edilen ilginç okumaların ve hatta Mars’tan gelen mikro fosillerin bile yoruma açık olduğunu savunuyor.
Dr. Cabrol, “Bir sinyal aramak, yaşam belirtileri bulmaya yönelik çeşitli yaklaşımlar arasında en abartılı görünebilir. Ama aynı zamanda en açık olanıdır ve her an gerçekleşebilir. Gerçekten anlayabileceğimiz bir sinyale sahip olduğumuzu hayal edin” diyor.
Otuz yıl önce, başka yıldızların etrafında dönen gezegenlere dair hiçbir kanıtımız yoktu. Artık gökbilimcilerin ve astrobiyologların benzeri görülmemiş ayrıntılarla inceleyebileceği 5 binden fazla gezegen keşfedildi.
K2-18b üzerinde çalışan ekibin bir üyesi Cardiff Üniversitesi’nden Dr. S. Sarker’e göre, “inanılmaz bir bilimsel buluştan daha fazlası olacak bir keşif için tüm unsurlar mevcut. Eğer yaşam belirtileri bulursak, bu bilimde bir devrim olacak ve aynı zamanda insanlığın kendisine ve Evrendeki yerine bakışında da büyük bir değişiklik olacak” diyor.