Ana Sayfa Blog Sayfa 4

Bir Yıldızın Etrafındaki Diskte Su Buzu Gözlendi…

0
Bir Yıldızın Etrafındaki Diskte Su Buzu Gözlendi…

James Webb Uzay Teleskobu (JWST), Güneş Benzeri Genç Bir Yıldızın Etrafındaki Enkaz Diskinde Kristal Su Buzu Tespit Etti

Su buzu, dev gezegenlerin oluşumunu büyük ölçüde etkiler ve ayrıca kuyruklu yıldızlar tarafından tam olarak oluşmuş kayalık gezegenlere de getirilebilir.

JWST, Yakın Kızılötesi Spektrograf’tan (NIRSpec) gelen verileri kullanan gökbilimciler, HD 181327 katalog numaralı yıldızı çevreleyen tozlu bir enkaz diskinde kristal su buzu tespit ettiler.

Güneş benzeri yıldız HD 181327'nin etrafındaki enkaz diskinin bir sanatçı tarafından çizilmiş çizimi. Görsel kaynağı: NASA / ESA / CSA / STScI / Ralf Crawford, STScI.

Güneş benzeri yıldız HD 181327’nin etrafındaki enkaz diskinin bir sanatçı tarafından çizilmiş çizimi. 

HD 181327, Ressam takımyıldızında yaklaşık 169 ışık yılı uzaklıkta bulunan genç bir ana kol yıldızıdır. TYC 8765-638-1 ve WISE J192258.97-543217.8 olarak da bilinen yıldızın yaşı yaklaşık 23 milyon ve kütlesi Güneş’ten yaklaşık % 30 daha büyüktür.

Johns Hopkins Üniversitesi’nden gökbilimci Chen Xie ve meslektaşları, HD 181327’yi, yalnızca uzaydan tespit edilebilen son derece zayıf toz parçacıklarına karşı aşırı duyarlı olan JWST’in NIRSpec cihazıyla gözlemlediler.

Dr. Xie, “HD 181327 çok aktif bir sistemdir. Enkaz diskinde düzenli, devam eden çarpışmalar var. Bu buzlu cisimler çarpıştığında, JWST’in tespit edebileceği mükemmel boyutta, tozlu su buzu parçacıkları açığa çıkıyor” dedi.

JWST’in gözlemleri yıldız ile enkaz diski arasında önemli bir boşluk olduğunu, tozdan arınmış geniş bir alan olduğunu doğruluyor.

⬤ Exoplanet HD 181327 Disk | Stellar Catalog

Öte gezegen HD 181327 diski.

Daha uzakta ise enkaz diski, cüce gezegenlerin, kuyruklu yıldızların ve diğer buz ve kaya parçalarının bulunduğu (ve bazen birbirleriyle çarpıştıkları) Güneş Sistemimizin Kuiper Kuşağı’na benziyor.

Milyarlarca yıl önce, Kuiper Kuşağımız büyük ihtimalle HD 181327’nin enkaz diskine benziyordu. Su buzu HD 181327 sisteminde eşit olarak dağılmamıştır.

Dr. Xie, “JWST sadece su buzunu değil, aynı zamanda Satürn’ün halkaları ve Güneş Sistemimizin Kuiper Kuşağı’ndaki buzlu cisimler gibi yerlerde de bulunan kristal su buzunu açıkça tespit etti” dedi.

Çoğunluğu yıldızın en soğuk ve en uzak olduğu yerlerde bulunuyor. JWST, enkaz diskinin ortalarına doğru yaklaşık % 8 oranında su buzu tespit etti.

Dr. Xie, “Enkaz diskinin dış alanı % 20’den fazla su buzundan oluşuyor” dedi. Burada donmuş su parçacıklarının yok edilmelerinden biraz daha hızlı üretildiği muhtemeldir.

NASA Webb teleskobu, uzak bir yıldızın etrafında donmuş su tespit etti

JWST, uzak bir yıldızın etrafında donmuş su tespit etti.

JWST, yıldıza en yakın enkaz diski bölgesinde neredeyse hiç enkaz tespit edemedi. Yıldızın ultraviyole ışığının en yakındaki su buzunu buharlaştırması muhtemel.

Ayrıca, JWST’in tespit edemediği, planetesimal (gezegenimsi) adı verilen kayaların iç kısımlarında donmuş suyu ‘kilitlemiş’ olması da mümkün.

Dr. Xie, “Su buzunun varlığı gezegen oluşumunu kolaylaştırmaya yardımcı oluyor. Buzlu malzemeler, bu tür sistemlerde birkaç yüz milyon yıl içinde oluşabilecek karasal gezegenlere de ‘taşınabilir'” dedi.

Son Yılların En Güçlü Güneş Fırtınası Bize Neler Öğretti…

0
Son Yılların En Güçlü Güneş Fırtınası Bize Neler Öğretti…

On Yıllardır Yaşanan En Güçlü Güneş Fırtınasından Bu Yana Bir Yıl Geçti. Neler Öğrendik?

sdo-güneş.jpeg

Güneş Dinamikleri Gözlemevi (SDO), Güneş’in bu görüntüsünü 7 Mayıs 2024’te yakaladı. Kare içinde dünyanın Güneş’e göre boyutu görülüyor.

Yerel yıldızımız Güneş, elektrik yüklü gazdan (plazma) oluşan geniş bir küredir ve Güneş Sistemimizin atan kalbidir, dünyamızı 150 milyon km öteden ısı ve ışık vererek yaşamla yıkar.

H-R diyagramında Ana Kol yıldızı olan Güneş, temel olarak hidrojen ve helyumdan oluşur ve çekirdeğindeki nükleer füzyon yoluyla her saniye dört milyon ton maddeyi enerjiye dönüştürür.

Yüzey sıcaklığı 5.500° C’ye ulaşan ve çapı Dünya’nın 109 katı olan Güneş, gezegenimizi 4,6 milyar yıldır aydınlatmaktadır ve kırmızı bir dev haline gelmeden önce (umarız) 5 milyar yıl daha parlamaya devam edecektir.

Beyaz ışıkta güneş lekeleri ve Parlak noktaları (fakula)  görülen Güneş fotoğrafı.

Güneş’te görülebilen birçok olaydan doğan güneş fırtınaları, yüklü parçacıkları ve elektromanyetik radyasyonu muazzam hızlarda uzaya fırlatan güçlü enerji patlamalarıdır.

Bu şiddetli olaylar, manyetik alan çizgilerinin büküldüğü, kırıldığı ve patlayıcı bir şekilde yeniden bağlandığı Güneş’in görünür yüzeyinde güneş parlamaları veya koronal kütle atımları (CME) olarak başlar.

Dünya’ya doğru yönlendiğinde, bu fırtınalar gezegenimizin manyetik alanıyla etkileşime girebilir ve muhteşem auroralar yaratan ancak aynı zamanda modern altyapı için ciddi riskler oluşturan jeomanyetik bozulmaları tetikleyebilir.

Güneş parlamalarını gösteren Güneş Yörünge Aracı’nın (SolO) Güneş görünümü.

Bir yıl önce, NASA ve diğer hükümet kurumları potansiyel riskler nedeniyle bu tür olaylara yanıt vermeyi simüle etmek için bir araya geldiler ancak simülasyonları yirmi yıldan uzun süredir meydana gelen en güçlü güneş fırtınası tarafından kesintiye uğradı.

Uzay hava durumu fizikçisi Jennifer Gannon’ın adını taşıyan Gannon fırtınası olarak adlandırılan G5 seviyesindeki olay, 10 Mayıs 2024’te Dünya’ya çarptı. Bu, masaüstü tatbikatlarını gerçek dünya müdahalesine dönüştürdü.

Uydulara zarar verebilecek, elektrik şebekelerini aşırı yükleyebilecek ve astronotları tehlikeye atabilecek bu güçlü güneş olayı felaket boyutunda bir hasara yol açmasa da, gelecekteki güneş tehditlerine hazırlanmak için değerli bilgiler sağladı.

Fırtına Dünya’da ve uzayda yaygın kesintilere neden oldu. ABD’de yüksek gerilim hatları devre dışı kaldı ve trafolar aşırı ısındı ve GPS güdümlü traktörler rotadan çıktı. Havada artan radyasyon riski ve iletişim sorunları transatlantik uçuşların rotasını değiştirmesini zorunlu kıldı.

Fırtına ayrıca termosferi 1.100° C’nin üzerine çıkararak genişlemesine ve ağır nitrojen parçacıklarını daha yükseğe iten güçlü rüzgarlar oluşturmasına neden oldu. Bu genişleme uydulardaki atmosferik sürtünmeyi artırdı.

Bazılarının irtifa kaybetmesine veya yörüngeden erken çıkmasına neden oldu ve diğerlerini yörüngede kalmak ve enkazdan kaçınmak için daha fazla güç kullanmaya zorladı.  Nadir görülen küresel aurora gösterileri de tetiklendi ve tüm kıtalardaki 55 ülkeden 6.000’den fazla gözlem bildirildi.

Japonya’da alışılmadık derecede yüksek macenta auroraları, bilim insanlarını, fotoğraf analizi yoluyla bu ışıkların Dünya’nın yaklaşık 1.000 km yukarısında, yani normalden çok daha yüksekte göründüğünü bulana kadar şaşırttı.

Bir çalışmada, nadir görülen rengin, fırtınanın üst atmosferin ısınması ve genişlemesiyle yükselen oksijen ve nitrojen moleküllerinin neden olduğu kırmızı ve mavi auroraların karışımından kaynaklandığı sonucuna varıldı.

NASA buna benzersiz ve istisnai bir olay dedi. Güneş’in yoğun aktivitesi sadece Dünya’yı etkilemedi; aynı zamanda Mars’ı da vurdu. NASA’nın MAVEN uzay aracı, 14-20 Mayıs tarihleri ​​arasında Mars’ı kaplayan aurora görüntülerini gözlemledi.

Güneş parçacıkları, Mars Odyssey yörünge aracının yıldız kamerasını bozdu, geçici olarak kapanmasına ve Curiosity’nin kameralarından gelen görüntülerde görsel “kar” oluşmasına neden oldu.

En önemlisi, Curiosity çalışanları, 30 göğüs röntgenine eşdeğer düzeyde maruz bırakacak seviyelerle şimdiye kadarki en yüksek radyasyon artışını kaydetti.

18 Kasım 2013’te Atlas V roketiyle MAVEN’in fırlatılışı.

Gannon fırtınası, Güneş’in muazzam gücünün çarpıcı bir hatırlatıcısı olarak duruyor, auroraları alışılmadık derecede düşük enlemlere yayıyor ve tarihin en iyi belgelenmiş jeomanyetik fırtınası unvanını kazanıyor.

Bilim insanlarının bir yıl sonra bile analiz ettiği benzeri görülmemiş bir veri seti sağladı. Mars’taki beklenmedik radyasyon dalgalanmalarından ABD’nin Orta batısındaki traktör bozulmalarına kadar, fırtına hem yerel yıldızımızın etkisi altındaki yaşamın güzelliğini hem de kırılganlığını vurguladı.

Araştırmacılar Gannon fırtınasının birçok etkisini çözmeye devam ederken, öğrenilen dersler teknolojiyi, altyapıyı ve hatta astronotları Güneş’ten korumak için gelecekteki stratejileri şekillendirecektir.

Bir Yıldızın Sesini Dinlemek…

0
Bir Yıldızın Sesini Dinlemek…

Yaşlanan Turuncu Cüce Bir Yıldızın İçinden Gelen Sesler Beklenmedik Özelliklerini Ortaya Çıkarıyor

Yakınınızdaki bir yıldızın içindeki sesleri dinleyebilirsiniz.

Listening to star music reveals a surprising secret about how the inside of a star works

Yıldız şarkıları onları üreten yıldız hakkında çok şey anlatır.

Yıldızlar katı nesneler değil, türbülanslı plazma küreleridir. İç hareketleri dalgalar içlerinden geçerken ölçülebilir ve bu dalgalar -güzel sesler çıkarmanın ötesinde- bize yıldızların özellikleri hakkında çok şey söyleyebilir.

Bu astrosismoloji (yıldız sarsıntısı) alanıdır ve araştırmacılar bunu daha yaşlı ve daha soğuk bir yıldıza uygulayabildiler. Bu teknik atılım bazı bilimsel sürprizlerle de geldi.

HD 219134, Dünya’dan 21 ışık yılı uzaklıkta, Güneş’ten çok daha soğuk ve küçük, hatta olağan astrosismoloji hedeflerinden bile daha büyük bir turuncu cüce bir yıldızdır.

Yıldız şarkıları, içlerinde çok şey olan büyük, parlak yıldızlarda daha kolay duyulur. İçsel hareket, yıldız ışığındaki ince değişimlerde kendini belli eder, bu yüzden soğuk, küçük yıldızların olağan hedefler olmaması şaşırtıcı değildir.

Bu çalışma, doğru araçlara sahip olduğunuz sürece bu tür bir araştırmanın yapılmasının sadece mümkün olmadığını, aynı zamanda çok değerli olduğunu da gösteriyor.

Hawaii Üniversitesi’nden Dr. Yaguang Li, “Bir yıldızın titreşimleri onun eşsiz şarkısı gibidir. Bu salınımları dinleyerek, bir yıldızın ne kadar büyük ve ne kadar yaşlı olduğunu kesin olarak belirleyebiliriz” diyor.

Ekip, Keck Gözlemevi’nin en son teknoloji ürünü Keck Gezegen Kaşifini (KFP) kullandı. KFP sayesinde bilim insanları HD 219134’ün içindeki titreşimi ölçtüler ve 10,2 milyar yaşında olduğunu tespit edebildiler.

Genç yıldızlar çok hızlı döner ve yaşlandıkça yavaşlar. Ancak HD 219134 gibi yıldızlar belirli bir noktadan sonra sabitlenme eğilimindedir, bu nedenle tek başına dönüş, yaşı hesaplamak için yeterli değildir. Bu ölçüm sayesinde, araştırmacılar artık bu yıldızların yaşını tahmin etmenin yollarına sahipler.

Keck Observatory's Rich Matsuda 1 of 14 Omidyar leaders pegged to shape Hawaii's future - Hawaii Tribune-Herald

Keck Gözlemevi.

Dr. Yaguang Li, “Bu, yıldız saatleri için uzun zamandır kayıp olan bir akort çatalını bulmak gibidir. Bize yıldızların milyarlarca yıl boyunca nasıl döndüğünü kalibre etmek için bir referans noktası veriyor” diyor.

Yıldız şarkısı ayrıca gökbilimcilere yıldızın ışığını kullanılarak önerilen diğer ölçümlerden % 4 daha küçük olduğunu söyler. Yıldızların boyutunun ve kütlesinin iyileştirilmesi gökbilimcilerin sistemdeki en az beş diğer gezegenin özelliklerini daha iyi tahmin etmelerine olanak sağladı.

Araştırmacılar, bu yıldızın yörüngesinde dönen beş gezegenden ikisinin, bizim dünyamızdan daha büyük olmalarına rağmen Dünya’ya benzer bir bileşime sahip olduğunu doğrulayabildiler. Bunlara Süper-Dünyalar denir. Eğer orada yaşam olsaydı, ne kadar eski olduğunu tahmin edebilirdik.

Grubun bir diğer araştırmacısı Dr. Daniel Huber, “Başka bir gezegende yaşam bulduğumuzda, o yaşamın ne kadar eski olduğunu bilmek isteyeceğiz. Yıldızının seslerini dinlemek bize cevabı söyleyecektir” diyor.

Güneş Patlamasını Takiben Arz Atmosferinde Senkronize Parlama Gözlendi…

0
Güneş Patlamasını Takiben Arz Atmosferinde Senkronize Parlama Gözlendi…

Görülen Kuzey Işıkları değil, gökyüzü güneşin parlamalarıyla senkronize bir şekilde atıyor

Sağda Dünya'nın çok küçük göründüğü bir çizim, solda ise Güneş'in bir görüntüsü.

Bu kompozit görüntü, SOHO’nun güneş görüntüsünü ve bir sanatçının Dünya’nın manyetosferinin izlenimini göstermektedir.

Yeni bir araştırmaya göre, Dünya atmosferi güneşin yakıcı patlamalarıyla senkronize bir şekilde hareket ediyor. Bu durum, gezegenimizin güneş aktivitelerine daha önce düşünülenden daha duyarlı olduğunu gösteriyor.

Güneş Parlamaları – güneşten gelen ani, yoğun enerji patlamaları – gezegenimiz üzerindeki dramatik etkileriyle zaten biliniyor: göz kamaştırıcı auroralar, radyo iletişimlerinde kesintiler, GPS paraziti ve aşırı durumlarda elektrik şebekesi arızaları.

Ve şimdi, yeni bir çalışmada bu patlayıcı olayların ayrıca Dünya’nın üst atmosferinin iyonosfer adı verilen yüklü bir katmanını daha incelikli, ancak derin yollarla harekete geçirdiğini bulundu.

Queen’s Üniversitesi’nden Aisling O’Hare, “Güneş parlaması titreşimlerinin ve Dünya atmosferinin bir güneş parlaması sırasında senkronize bir şekilde titreştiğini ilk kez gösterebildik. Bu çalışma, etkilerinin Dünya’da ne kadar derin hissedildiğine dair yeni bir ışık tutuyor” dedi.

Bu bulguya ulaşmak için ekip, Mart 2012’de güneşin yüzeyindeki büyük, süper aktif bir güneş lekesi kümesi tarafından oluşturulan güçlü bir X5.4 güneş parlamasını inceledi. 

Güneş Dinamikleri Gözlemevi (SDO) ve GOES-15 uydusu tarafından olay sırasında toplanan veriler, parlamanın yaklaşık her 90 saniyede bir ritmik enerji patlamaları yaydığını ortaya koydu. Sol üstte kare içinde Dünya ölçek olarak görülüyor.

Bilim insanları tarafından Yarı-Periyodik Titreşimler (QPP) olarak bilinen bu patlamaların, güneşin atmosferindeki tekrarlayan manyetik aktiviteden kaynaklandığı düşünülüyor.

O’Hare ve meslektaşları, uydu ve yer istasyonlarından oluşan bir ağdan GPS verilerini analiz ederek, parlamadan sadece 30 saniye sonra Dünya’nın iyonosferinde karşılık gelen darbeleri (elektron konsantrasyonundaki zirveler) tespit ettiler.

Bilim insanları bu zaman gecikmesini iyonosferin içsel “yavaşlığına” bağlıyorlar; bu terim, atmosferin güneş değişikliklerine uyum sağlaması ve tam olarak tepki vermesi için gereken süreyi tanımlamak için kullanılıyor.

Güneş aktivitesi ile Dünya’nın atmosferik tepkisi arasındaki bu senkronizasyon, uzay havasının gezegenimizi ne kadar hızlı etkileyebileceğinin altını çiziyor. Bulgular, bir güneş parlaması patlak verdikten sadece birkaç dakika sonra iletişim sistemleri ve GPS gibi teknolojide önemli kesintilerin başlayabileceğini öne sürüyor.

O’Hare açıklamasında, “Atmosferimizin güneş parlamalarına ne kadar duyarlı olduğunu ortaya koyabildiğimiz için bu çalışmayı yönetmek büyüleyiciydi” dedi.

Derin Uzaya Madde Fırlatan Bir Kara Delik…

0
Derin Uzaya Madde Fırlatan Bir Kara Delik…
NGC 4945 Süper Kütleli Kara Delik
NGC 4945’teki şiddetli bir kara delik sadece maddeyi yutmuyor onu yüksek hızlarda dışarıya doğru fırlatıyor. Bu rüzgarlar uzaklaştıkça hızlanıyor ve kara deliklerin galaksilerin kaderini nasıl şekillendirdiğini gösteriyor. 

12 milyon ışık yılı uzaklıktaki güzel bir sarmal gökada olan NGC 4945, vahşi bir sırrı saklıyor: Merkezinde açgözlü bir kara delik.

Bu süper kütleli canavar sadece maddeyi tüketmiyor, aynı zamanda inanılmaz hızlarda maddeyi dışarı fırlatıyor ve galaksinin kendisinden kaçan rüzgarlar yaratıyor.

Avrupa Güney Gözlemevi’nin (ESO) bu öne çıkan görüntüsü, çarpıcı sarmal gökada NGC 4945’i sergiliyor. Erboğa takımyıldızı yönünde, 12 milyon ışık yılı uzaklıkta bulunan gökada, uzaktan sakin görünebilir, ancak sessiz olmaktan çok uzaktır.

Çoğu gökada gibi, NGC 4945’in merkezinde süper kütleli bir kara delik vardır. Samanyolu’ndaki gibi bazı kara delikler maddeyi yavaşça tüketirken, bu kara delik maddeyi çok daha yoğun bir oranda tüketmektedir.

ESO’nun Çok Büyük Teleskobundaki (VLT) MUSE aletini kullanan gökbilimciler, bu kara deliğin sadece beslenmediğini, aynı zamanda şiddetli bir şekilde maddeyi dışarı attığını gözlemlemişler. Her şeyi yutmak yerine, gaz ve tozdan oluşan güçlü, koni biçimli rüzgarlar üretiyor.

MPG/ESO La Silla teleskopundan daha geniş bir görüntü üzerinde ek görüntüde kırmızıyla vurgulanan bu dış akışlar o kadar hızlı hareket ediyor ki galaksiden tamamen kaçıp galaksiler arası uzaya sürüklenmeleri bekleniyor.

NGC 4945 Aktif Çekirdekten Esen Rüzgarlar
Bu görüntü bize NGC 4945 galaksisinin aktif çekirdeğinin yakın çekim görüntüsünü veriyor — süper kütleli kara deliğini örten toz ve gaz bulutları. Ayrıca, resmin merkezindeki parlak, koni biçimli madde jetlerinde gösterilen, bu kara delikten dışarı akan büyük galaktik rüzgarların net bir görüntüsünü de görebiliyoruz. ESO’nun Çok Büyük Teleskobundaki MUSE cihazıyla alınan bu gözlemler, gökbilimcilerin bu rüzgarların nasıl hareket ettiğini ve ev sahibi galaksilerini nasıl şekillendirdiğini anlamalarına yardımcı oluyor. 

Bu bulgular, kara delik kaynaklı rüzgarların yakın galaksilerde nasıl davrandığını inceleyen daha geniş bir çalışmanın parçasıdır. MUSE verileri, bu rüzgarların dışarıya doğru hareket ettikçe yavaşlamadığını ortaya koymaktadır.

Bunun yerine, galaktik merkezden uzaklaştıkça hızlanarak galaksinin kenarına doğru yolculuklarında hız kazanmaktadırlar.  Bu süreç, bir galaksiden potansiyel yıldız oluşturucu maddeyi dışarı atar.

Ve kara deliklerin yıldız doğum oranını azaltarak ev sahibi galaksilerinin kaderini kontrol ettiğini öne sürer. Ayrıca, daha güçlü kara deliklerin beslendikleri gaz ve tozu uzaklaştırarak kendi büyümelerini engellediğini ve tüm sistemi bir tür galaktik dengeye yaklaştırdığını gösterir.

Şimdi, bu yeni sonuçlarla, galaksilerin evrimini ve evrenin tarihini şekillendiren rüzgarların hızlanma mekanizmasını anlamaya bir adım daha yaklaştık.

Güneş Sistemine Yakın Devasa Bir Hidrojen Bulutu Keşfedildi…

0
Güneş Sistemine Yakın Devasa Bir Hidrojen Bulutu Keşfedildi…
Eos Moleküler Hidrojen Bulutu
Yıllarca gizli kalmış, Dünya’nın yakınındaki uçsuz bucaksız bir hidrojen bulutu olan Eos, ultraviyole ışıkla ortaya çıkarılarak bilim insanlarının yıldızların doğum yerlerini keşfetme biçiminde devrim yaratma potansiyeline sahip. 

Bilim insanları, Dünya’dan sadece 300 ışık yılı uzaklıkta, Eos adı verilen, daha önce gizli kalmış devasa bir hidrojen bulutunu ortaya çıkardı. Bu, şimdiye kadarki en yakın keşif oldu.

Zayıf ultraviyole parıltısıyla tespit edilen Eos, yıldızların nasıl doğduğunu incelemek için benzeri görülmemiş bir fırsat sunuyor. Rutgers Üniversitesi liderliğindeki ekip, kozmik yapılara ilişkin anlayışımızı değiştirebilecek yenilikçi bir teknik kullandı.

Bu kadim hidrojen 13,6 milyar yıldır yolculuk ediyor ve keşfi, galaksinin en yakın noktalarından en uzak noktalarına kadar daha da nefes kesici bulgulara kapı açıyor.

Büyük Bir Yıldız Oluşturan Bulutun Keşfi

Rutgers Üniversitesi liderliğindeki uluslararası bilim insanları ekibi, gökyüzünde şimdiye kadar gözlemlenen en büyük yapılardan, Dünya’ya ve Güneş’e en yakın olanlardan biri olan dev bir yıldız oluşum bulutu keşfetti.

Başlıca hidrojenden oluşan bu devasa bulut, araştırmacılar özellikle ana bileşeni olan moleküler hidrojeni arayana kadar gizli kalmıştı.

Elektromanyetik spektrumun uzak morötesi kısmında yayılan ışık aracılığıyla ilk kez bir moleküler bulut tespit edildi ve bu şekilde evreni keşfetmek için yeni olasılıkların yolu açıldı.

Bilim insanları buluta, şafağın kişileştirilmiş hali olan mitolojideki Yunan tanrıçası Eos’tan esinlenerek “Eos” adını verdiler.

Bilim insanları potansiyel olarak yıldız oluşturabilen bir bulut keşfettiler ve ona “Eos” adını verdiler. Gökyüzündeki en büyük tek yapılardan biri ve şimdiye kadar tespit edilen Güneş’e ve Dünya’ya en yakın olanlardan biri. 

Moleküler Evrene Yeni Bir Pencere

Rutgers Üniversitesi-New Brunswick’ten astrofizikçi Blakesley Burkhart, “Bu, moleküler evreni incelemek için yeni olasılıklar açıyor” diyor.

Moleküler bulutlar gaz ve tozdan oluşur, en yaygın molekül hidrojendir, yıldızların ve gezegenlerin temel yapı taşıdır ve yaşam için olmazsa olmazdır.

Ayrıca karbon monoksit gibi diğer molekülleri de içerirler. Moleküler bulutlar genellikle karbon monoksitin kimyasal imzasını kolayca yakalayan radyo ve kızılötesi gözlemler gibi geleneksel yöntemler kullanılarak tespit edilir.

Uzak-Ultraviyole Algılama ile Atılım

Bilim insanları bu çalışma için farklı bir yaklaşım benimsediler. Burkhart, “Bu, doğrudan moleküler hidrojenin uzak morötesi emisyonuna bakılarak keşfedilen ilk moleküler buluttur.”

“Veriler, uzak morötesinde floresans yoluyla tespit edilen parlayan hidrojen moleküllerini gösterdi. Bu bulut karanlıkta kelimenin tam anlamıyla parlıyor” diyor.

Eos, Dünya ve Güneş Sistemi için hiçbir tehlike oluşturmuyor. Bilim insanları, gaz bulutunun yakınlığı nedeniyle yıldızlararası ortamdaki bir yapının özelliklerini incelemek için eşsiz bir fırsat sunduğunu söylüyor.

Blakesley Burkhart
Rutgers Üniversitesi astrofizikçisi Blakesley Burkhart, moleküler hidrojen gaz bulutu Eos’u keşfeden bir ekibin liderliğini yaptı. 

Yıldızlararası Ortam: Yıldızların Beşiği

Bir galaksideki yıldızlar arasındaki boşluğu dolduran gaz ve tozdan oluşan yıldızlar arası ortam, yeni yıldız oluşumu için hammadde görevi görür.

Burkhart, “Teleskoplarımızdan baktığımızda, tüm güneş sistemlerini oluşum halinde yakalıyoruz, ancak bunun nasıl gerçekleştiğini ayrıntılı olarak bilmiyoruz.”

“Eos’u keşfetmemiz heyecan verici çünkü artık moleküler bulutların nasıl oluştuğunu ve parçalandığını ve bir galaksinin yıldızlararası gaz ve tozu nasıl yıldızlara ve gezegenlere dönüştürmeye başladığını doğrudan ölçebiliyoruz” diyor.

Eos’un Muazzam Boyutu ve Geçici Varlığı

Hilal şeklindeki gaz bulutu Dünya’dan yaklaşık 300 ışık yılı uzaklıkta ve Güneş sistemini çevreleyen uzaydaki büyük bir gaz dolu boşluk olan Yerel Kabarcık’ın kenarında yer almaktadır.

Bilim insanları, Eos’un gökyüzündeki projeksiyonunun geniş olduğunu, gökyüzünde yaklaşık 40 Ay kadar olduğunu ve kütlesinin Güneş’in yaklaşık 3.400 katı olduğunu tahmin etmektedirler. Ekip, 6 milyon yıl içinde buharlaşmasının beklendiğini göstermek için modeller kullanmıştır.

New York Üniversitesi’nden Thavisha Dharmawardena, “Uzak ultraviyole floresan emisyon tekniğinin kullanımı, galaksideki gizli bulutları ve hatta kozmik şafağın tespit edilebilir en uzak sınırlarını ortaya çıkararak yıldızlar arası ortama ilişkin anlayışımızı yeniden yazabilir” diyor.

Göz Önündeki Gizli: Eos Nasıl Bulundu

Eos, Kore uydusu STSAT-1’de bir araç olarak çalışan FIMS-SPEAR (Floresan Görüntüleme Spektrografı) adlı uzak morötesi bir spektrograf tarafından toplanan verilerden ortaya çıkarıldı.

Uzak morötesi bir spektrograf, bir prizmanın görünür ışıkta yaptığı gibi, bir malzeme tarafından yayılan uzak morötesi ışığı bileşen dalga boylarına ayırır ve bilim insanlarının analiz edebileceği bir spektrum oluşturur.

Eos Neden Bu Kadar Uzun Süre Tespit Edilemedi

Burkhart, verileri 2023 yılında kamuoyuyla paylaşmıştı. “Keşfedilmeyi beklemek gibiydi. Bulgular, kozmosun anlaşılmasını ilerletmede yenilikçi gözlem tekniklerinin önemini vurguluyor” dedi.

Burkhart, Eos’un moleküler hidrojen gazı tarafından domine edildiğini ancak çoğunlukla “CO-karanlık” olduğunu, yani çok fazla malzeme içermediğini ve geleneksel yaklaşımlarla tespit edilen karakteristik imzayı yaymadığını belirtti.

Araştırmacılar, bunun Eos’un bu kadar uzun süre nasıl tanımlanamamasını açıkladığını söyledi. Burkhart, “Kozmosun hikayesi, milyarlarca yıl boyunca atomların yeniden düzenlenmesinin hikayesidir.”

“Şu anda Eos bulutunda bulunan hidrojen, Büyük Patlama zamanında vardı ve sonunda galaksimize düşerek güneşin yakınında birleşti. Yani, bu hidrojen atomları için 13,6 milyar yıllık uzun bir yolculuk oldu” dedi.

Kozmik Araştırmada Şaşırtıcı Bir Gelişme

Dharmawardena, “Keşif, bir bakıma sürpriz olarak karşımıza çıktı. Lisansüstü okurken, moleküler hidrojeni doğrudan gözlemlemenin kolay olmadığı söylendi. Verilerde görmeyi düşünmediğimiz bu bulutu görebilmemiz biraz çılgınca” dedi.

Eos, Burkhart ve ekibinin desteklediği önerilen bir NASA uzay görevinden de adını almıştır. Görev, moleküler hidrojeni tespit etme yaklaşımını Galaksi’nin daha geniş kesimlerine yaymayı, moleküler bulutların evrimini inceleyerek yıldızların kökenlerini araştırmayı amaçlamaktadır.

Evrende Moleküler Hidrojen Aramak

Ekip, yakın ve uzaktaki moleküler hidrojen bulutları için veriyi tarıyor. Burkhart ve arkadaşları tarafından James Webb Uzay Teleskobunu (JWST) kullanarak arXiv’de  yayınlanan bir çalışma, şimdiye kadarki en uzak moleküler gazı bulduğunu bildiriyor.

Burkhart, “JWST’yi kullanarak güneşten en uzaktaki hidrojen moleküllerini bulmuş olabiliriz. Yani, uzak ultraviyole emisyonu kullanarak hem en yakın hem de en uzak olanlardan bazılarını bulduk” dedi.

Öte Gezegenlerin Şimdiye Kadarki En Net Görüntüleri…

0
Öte Gezegenlerin Şimdiye Kadarki En Net Görüntüleri…

Uzak yıldızların etrafında doğan gezegenlerin şimdiye kadarki en keskin görüntüleri

Koyu bir arka plan üzerinde birden fazla mavi disk.

ALMA’nın 15 öngezegen diskten karbon monoksit emisyonuna ilişkin gözlemleri, boşluklar, halkalar ve spiraller de dahil olmak üzere şaşırtıcı çeşitlilikte gaz yapılarını ortaya koyuyor. 

Gökbilimciler, gezegenlerin henüz şekillenmeye başladığı genç güneş sistemlerinin şimdiye kadarki en net ve en ayrıntılı görüntülerini yakaladılar.

28 Nisan günü yayınlanan muhteşem anlık görüntüler, bir düzineden fazla yıldız sisteminde gezegen oluşumunun en erken evrelerine dair nadir bir bakış açısı sunarak gezegenlerin nerede ortaya çıktığını, ne kadar hızlı oluştuklarını ve hangi malzemelerden yapıldıklarını ortaya koyuyor.

Bilim insanları, verilerin gezegen oluşumu ve evriminin bilgisayar modellerini iyileştirmeye yardımcı olabileceğini ve ayrıca bu bebek sistemlerin halihazırda keşfedilen sayısız olgun öte gezegenle nasıl karşılaştırılacağına dair yeni bir ışık tutabileceğini söylüyor.

Yüksek çözünürlüklü, bilim dolu görüntüler, Şili’deki ALMA’nın sağladığı gelişmiş görüntüleme teknikleri sayesinde elde edildi. Bu teknikler bozulmaları azaltıyor ve netliği artırıyor.

Bir açıklamaya göre astronomların, genç yıldızları çevreleyen dönen gaz ve toz olan öngezegen diskler içindeki daha ince yapıları ortaya çıkararak gezegen oluşum sürecini daha büyük bir hassasiyetle haritalama yeteneklerini artırıyor.

 

2M1510 (AB) B’nin İki Kahverengi Cüce Etrafındaki Kutupsal Yörüngesinin Animasyonu.

Projenin baş araştırmacısı MIT’den Richard Teague, yeni geliştirilen tekniklerin “okuma gözlüklerinden yüksek güçlü dürbünlere geçmek gibi olduğunu bu gezegen oluşturma sistemlerinde tamamen yeni bir ayrıntı düzeyi ortaya koyuyorlar” dedi.

Üçü mavi, sonuncusu ise mor ipuçları içeren sarı ve turuncu olmak üzere dört disk.

Genç yıldız HD 135344B’yi çevreleyen öngezegen  diskin dönen, girdap benzeri yapıları ortaya çıkaran dört farklı görünümü. Bu tür girdaplar tozu hapsedebilir ve gezegenlerin oluşmasına ve büyümesine yardımcı olan kararsızlıkları tetikleyebilir.

Teague’nin ekibi ALMA’yı kullanarak, Dünya’dan birkaç 100 ila 1.000 ışık yılı uzaklıktaki uzaya serpiştirilmiş 15 genç yıldız sisteminin görüntülerini yakaladı.

Ekip, genç bir gezegenin zayıf ışığının doğrudan tespitine güvenmek yerine, bu bebek dünyaların çevrelerine bıraktığı ince ipuçlarını aradı.

Örneğin tozlu disklerdeki boşluklar ve halkalar, bir gezegenin kütle çekiminin neden olduğu dönen gaz hareketleri ve bir gezegenin varlığına işaret eden diğer fiziksel rahatsızlıklar.

Bu imzaları ortaya çıkarmak için araştırmacılar, bir düzineden fazla öngezegen disk içindeki gazın hareketini haritalamak için ALMA’yı kullandılar.

Projenin baş araştırmacılarından biri olan Fransa Gezegen Bilimleri ve Astrofizik Enstitüsü’nden astrofizikçi Christophe Pinte, “Bu, bir göletteki dalgalara bakarak balığın kendisini görmeye çalışmaktan ziyade, onu tespit etmeye çalışmak gibi bir şey” dedi.

Ekip, 17 yeni yayımlanmış makalede ayrıntıları verilen görüntülerin ilk analizlerinin, hala oluşmakta olan gezegenlere sahip bu öngezegen disklerinin, halihazırda karmaşık yapılara ev sahipliği yapan, oldukça dinamik ve kaotik yerler olduğunu açıkça gösterdiğini söylüyor.

Uzayda Otuz Beş Yıl…

0
Uzayda Otuz Beş Yıl…
Hubble 35. Yılını Kutluyor
NASA/ESA Hubble Uzay Teleskobunun Dünya yörüngesindeki 35. yılını kutlamak amacıyla, yakın zamanda Hubble tarafından çekilen bir dizi ilgi çekici görüntü yayınlandı. 

Hubble Uzay Teleskobunun (HST) 35 yıllık yolculuğu, yeni yıldızların oluşumundan antik galaksilere kadar her şeyi yakalayarak insanlığın uzaydaki en cesur başarılarını sergiliyor.

Keşifleri kara delikler, karanlık enerji ve uzak dünyalar hakkındaki anlayışımızda devrim yaratırken, çarpıcı görüntüleri uzay keşfini dünya çapında insanlar için canlı ve duygusal bir deneyime dönüştürdü.

HST’nin 35. Yıldönümü: Muhteşem Bir Göksel Kutlama

HST’nin Dünya yörüngesindeki görevinin 35. yılını kutlamak için nefes kesici görüntülerden oluşan yeni bir koleksiyon yayınlandı.

Bu son gözlemler, Mars’ın buzlu ovalarından yıldızların doğum ve ölümünün dramatik sahnelerine ve muhteşem bir yakın galaksiye kadar her şeyi kapsıyor.

Huzursuz evreni otuz yıldan fazla bir süredir keşfetmesine rağmen, HST bilimsel tarihin en ikonik ve en yaygın olarak tanınan teleskopu olmaya devam ediyor.

Gökbilimciler, Dünya’nın bulanık, ışığı bozan atmosferinin üzerine bir teleskop yerleştirmenin evrene tamamen yeni bir pencere açacağını uzun zamandır anlamışlardı.

HST’nin görüşü, zamanının en iyi yer tabanlı teleskoplarından on kat daha keskin olacaktı. Olağanüstü hassasiyeti, insan gözünün görebildiği en sönük yıldızlardan bir milyar kat daha sönük nesneleri tespit edecekti.

Atmosferik girişimden bağımsız olarak HST, ultraviyoleden yakın kızılötesi ışığa kadar geniş bir dalga boyu aralığını gözlemleyebilirdi.

Bu benzeri görülmemiş netlik, kozmosun gizli harikalarını keskin bir odak noktasına getirirken, aynı zamanda insan mühendisliği, hayal gücü ve bilimsel hırs açısından cesur bir başarı olarak da öne çıkacaktı.

Hubble Uzay Teleskobu Dünya Üzerinde
Hubble Uzay Teleskobunun Dünya üzerindeki görüntüsünü gösteren 3 boyutlu animasyon. 

Kozmik Keşiflerin Yeni Bir Dönemi

HST’den önce hiçbir nesil, evrenin neredeyse ilk anlarına kadar uzanan bu kadar canlı, ayrıntılı görüntülerini görmemişti. İnsanlık tarihinin büyük bölümünde, kozmosun enginliği ve karmaşıklığı yalnızca hayal gücümüzde mevcuttu.

HST bunu sonsuza dek değiştirdi ve insanlığı görünür evrenin kıyısına doğru son koşusuna taşıdı. Yolculuk ilk olarak bir asır önce, 1920’lerde, gökbilimci Edwin Hubble’ın galaksilerin kendi Samanyolu’muzun ötesinde olduğunu keşfetmesiyle başladı.

Bugün HST, mühendislerin, bilim insanlarının ve görev operatörlerinin özverisi ve uzmanlığı sayesinde bilimsel üretkenliğinin zirvesinde çalışmaktadır.

1993 ile 2009 yılları arasında astronot mekik ekipleri HST’yi onarmak, yükseltmek ve geliştirmek için beş cesur servis görevi gerçekleştirdi.

İki kez Avrupa Uzay Ajansı (ESA) astronotlarının da dahil olduğu bu görevler, HST’yi yeni kameralar, bilgisayarlar ve destek sistemleriyle donatarak ömrünü uzattı ve yeteneklerini orijinal tasarımının çok ötesine taşıdı.

Hubble'ın Dünya Üzerindeki Son Yayını
Hubble Uzat Teleskopu, 19 Mayıs 2009’da Uzay Mekiği Atlantis mürettebatı tarafından serbest bırakıldıktan sonra Dünya üzerinde sürükleniyor. Mürettebat, beş uzay yürüyüşü boyunca planlanan tüm görevleri yerine getirmiş ve Hubble Uzay Teleskobuna beşinci astronot ziyareti olan Servis Görevi 4’ü (SM4) koşulsuz bir başarıya dönüştürmüştü. 

Büyük Bilimsel Etki ve Veri Mirası

HST’nin operasyonel ömrünü uzatarak teleskop yaklaşık 1,7 milyon gözlem yaptı ve yaklaşık 55.000 astronomik hedefe baktı. HST keşifleri Şubat 2025 itibarıyla 22.000’den fazla makale ve 1,3 milyondan fazla alıntı ile sonuçlandı.

HST tarafından toplanan tüm veriler arşivlendi ve şu anda 400 terabayttan fazlaya ulaşıyor. Gözlem süresine olan talep aşırı aboneliklerle çok yüksek kalmaya devam ediyor ve bu da onu günümüzün en çok talep gören gözlemevlerinden biri yapıyor.

HST’nin uzun operasyonel ömrü, gökbilimcilerin otuz yılı aşkın bir süreyi kapsayan astronomik değişimleri görmelerine olanak tanıdı.

Güneş Sistemi gezegenlerindeki mevsimsel değişkenlik, ışık hızına yakın bir hızda hareket eden kara delik jetleri, yıldız konvülsiyonları, asteroit çarpışmaları, genişleyen süpernova kabarcıkları ve çok daha fazlası gözlendi.

HST’nin Uzay Bilimindeki Kalıcı Mirası

HST’nini mirası, çarpışan galaksiler, açgözlü kara delikler ve amansız yıldız havai fişekleriyle inanılmaz derecede görkemli ve aynı zamanda gürültülü bir Evren hakkındaki geçmiş ve gelecekteki bilgimiz arasındaki köprüdür.

HST, diğer tüm teleskoplardan daha fazla, Evreni Einstein’ın gözünden görür: mikro merceklenme, zaman genişlemesi, kozmolojik sabit, bir kara delikte kaybolan madde, kütle çekim dalgalarının bir kaynağı vb. gibi.

1990’dan önce, Dünya’daki güçlü optik teleskoplar kozmosun yalnızca yarısını görebiliyordu. Evrenin yaşı tahminleri büyük bir farkla uyuşmuyordu.

Süper kütleli kara deliklerin yalnızca nadir bir enerjik fenomenler gibi arkasındaki güç merkezleri olduğundan şüpheleniliyordu. Başka bir yıldızın etrafında tek bir gezegen bile görülmemişti.

Kozmosun Sırlarını Çözmek

HST’nini uzun bir çığır açan buluşlar listesinde şunlar yer alıyor: Derin uzay alanlarını, erken Evren’e kadar uzanan sayısız galaksiyi ortaya çıkardı.

Evren’in genişlemesini hassas bir şekilde ölçtü; süper kütleli kara deliklerin galaksiler arasında yaygın olduğunu buldu; Güneş dışı gezegenlerin atmosferlerinin ilk ölçümünü yaptı; Evren’i hızlandıran karanlık enerjinin keşfedilmesine katkıda bulundu.

HST, otuz yıl sonra bile insanlık tarihinin en tanınmış ve kutlanan bilimsel aracı olarak hala herkesin bildiği bir isim. HST’nin keşifleri ve görüntüleri, halkın kozmos algısı için dönüştürücü olmaktan öte bir şey olmadı.

Kendisinden önceki diğer teleskopların aksine, HST astronomiyi her yaştan insan için çok önemli, ilgi çekici ve erişilebilir hale getirdi. HST, dünya çapında yüz milyonlarca insanın hem zihnine hem de duygularına dokunarak “halkın teleskopu” haline geldi.

HST Görüntülerinin Duygusal Gücü

Tek bir HST anlık görüntüsü Evreni muhteşem, gizemli ve güzel olarak tasvir edebilir ve aynı zamanda kaotik, bunaltıcı ve korkutucu olabilir. Bu resimler ikonik, öncü ve zamansız hale geldi.

Bilimin değerini içtenlikle iletiyor: evrendeki yerimizi anlama arayışındaki hayranlık ve dürtü. NASA ve ESA geçenlerde, kutlama için seçilen gezegenlerden bulutsulara ve galaksilere kadar uzanan beş astronomik hedefin görüntülerini yayınladı.

HST’nin öncü keşiflerinin amansız temposu, 21. yüzyıl için yeni nesil uzay teleskoplarının başlangıcını oluşturdu. Güçlü James Webb Uzay Teleskobu, (JWST) HST’nin uzaklarda, görünüşte sayısız galaksiden oluşan “keşfedilmemiş bir ülkeyi” ortaya çıkarmadan inşa edilmemiş olabilir.

HST, JWST’nin HST’nin bakışının ötesinde daha da büyük mesafelere ulaşan kızılötesi dalga boylarında takip edebileceği çok şey olduğuna dair ilk gözlemsel kanıtı sağladı.

Şimdi, HST ve JWST genellikle dış gezegenlerden galaksi dinamiklerine kadar her şeyi incelemek için tamamlayıcı olarak kullanılıyor.

 35. Yıl Dönümünün Muhteşem Görüntüleri Yayımlandı

Mars (Aralık 2024)
Soldaki görüntüde, parlak turuncu Tharsis platosu, uyuyan volkan zinciriyle birlikte görülebiliyor. En büyük volkan olan Olympus Mons, kuzeybatı kenarına yakın saat 10 konumunda bulutların üzerine çıkıyor. 21.000 metre yükseklikte, deniz seviyesinden Everest Dağı’nın 2,5 katı yükseklikte. Mars’ın yaklaşık 4.000 kilometre uzunluğundaki kanyon sistemi olan Valles Marineris, merkez sol yakınlarında koyu renkli, doğrusal, yatay bir özellik. Sağdaki görüntüde, gezegenin doğu kenarı boyunca yüksek irtifa akşam bulutları görülebiliyor. 2.250 kilometre genişliğindeki Hellas havzası, eski bir asteroit çarpma özelliği, çok güneyde görünüyor. Yarımkürenin çoğu, klasik “köpekbalığı yüzgeci” özelliği olan Syrtis Major tarafından domine ediliyor. 

Mars: Bunlar, 28-30 Aralık 2024 tarihleri ​​arasında HST’den alınan Mars görüntülerinin birleşimidir. Gözlemlerin orta noktasında, Mars Dünya’dan yaklaşık 98 milyon km uzaktaydı.

Ultraviyole ışıkta görülen ince su buzu bulutları, Kızıl Gezegen’e buzlu bir görünüm veriyor. Buzlu kuzey kutup başlığı, Mars baharının başlangıcını yaşıyordu.

Gezegenimsi Bulutsu NGC 2899
Bu HST görüntüsü, güve benzeri gezegenimsi bulutsu NGC 2899’un güzelliğini yakalıyor. Bu nesnenin çapraz, iki kutuplu, silindirik bir gaz çıkışı var. Bu, merkezdeki yaklaşık 22.000 santigrat derecelik beyaz cüceden gelen radyasyon ve yıldız rüzgarları tarafından itiliyor. Aslında, yarı yenmiş bir donut gibi görünen parçalanmış bir halka veya torus tarafından ortasından sıkıştırılmış bulutsuyu şekillendiren ve etkileşimde bulunan iki yoldaş yıldız olabilir. Radyasyonun ve yıldız rüzgarlarının kaynağına işaret eden bir gazlı “sütun” ormanına sahip. Renkler parlayan hidrojen ve oksijenden geliyor. Bulutsu, güney takımyıldızı Vela’da yaklaşık 4.500 ışık yılı uzaklıkta yer alıyor. 

Gezegenimsi Bulutsu NGC 2899: Bu nesnenin çapraz, iki kutuplu, silindirik bir gaz çıkışı vardır. Bu, merkezdeki yaklaşık 22.000 santigrat derecelik bir beyaz cüceden gelen radyasyon ve yıldız rüzgarları tarafından itilir.

Aslında, yarı yenmiş bir donut gibi görünen parçalanmış bir halka veya torus tarafından ortasından sıkıştırılmış olan bulutsuyu şekillendiren ve etkileşimde bulunan iki yoldaş yıldız olabilir.

Radyasyonun ve yıldız rüzgarlarının kaynağına işaret eden bir gazlı “sütun” ormanına sahiptir. Renkler parlayan hidrojen ve oksijenden gelir. Bulutsu, güney takımyıldızı Vela’da yaklaşık 4.500 ışık yılı uzaklıkta yer alır.

Rozet Bulutsusu
HST, 5.200 ışık yılı uzaklıkta bulunan geniş bir yıldız oluşum bölgesi olan Rosette Bulutsusunun küçük bir bölümünün ayrıntılı bir görüntüsünü yakaladı. Görüntü, yakındaki büyük yıldızlardan gelen yoğun radyasyon tarafından şekillendirilen karanlık hidrojen ve toz bulutlarını gösteriyor. Plazma jetleri fırlatan yeni doğmuş bir yıldız, çevredeki gaz ve toza karşı parlayan bir şok dalgası yaratıyor. 

Rozet Bulutsusu: Bu, 100 ışık yılı genişliğinde ve 5.200 ışık yılı uzaklıkta bulunan devasa bir yıldız oluşum bölgesi olan Rozet Bulutsusunun küçük bir bölümünün HST tarafından çekilmiş fotoğrafıdır.

HST, Güneşimiz ile komşu Alpha Centauri yıldız sistemi arasındaki yaklaşık mesafe olan sadece 4 ışık yılı genişliğindeki bulutsunun küçük bir bölümüne yakınlaştırır.

Görüntüde tozla kaplı karanlık hidrojen gazı bulutları silüet halinde görülmektedir. Bulutlar, bulutsunun merkezindeki daha büyük yıldız kümesinden (NGC 2440) gelen kaynayan radyasyon tarafından aşındırılmakta ve şekillendirilmektedir.

Görüntünün sağ üst kısmında karanlık bir bulutun ucunda görülen gömülü bir yıldız, etrafındaki soğuk buluta çarpan plazma jetleri fırlatmaktadır.

Ortaya çıkan şok dalgası kırmızı bir parıltıya neden olmaktadır. Renkler hidrojen, oksijen ve nitrojenin varlığından kaynaklanmaktadır.

Çubuklu Sarmal Gökada NGC 5335
HST, dikkat çekici görünümlü bir galaksinin tam karşıdan görünümünü mükemmel bir ayrıntıyla yakaladı. NGC 5335, diski boyunca yamalı yıldız oluşumu şeritleri bulunan pıhtılaşmış bir sarmal galaksi olarak kategorize edilir. 

Çubuklu Sarmal Gökada NGC 5335: Bu nesne, diski boyunca yamalı yıldız oluşumu şeritleri bulunan pıhtılaşmış bir sarmal gökada olarak sınıflandırılır.

Samanyolu da dahil olmak üzere galaksilerde yaygın olarak bulunan iyi tanımlanmış sarmal kolların çarpıcı bir eksikliği vardır. Dikkat çekici bir çubuk yapısı galaksinin merkezini keser.

Çubuk, gazı galaktik merkeze doğru kanalize ederek yıldız oluşumunu besler. Bu tür çubuklar galaksilerde dinamiktir ve iki milyar yıllık aralıklarla gelip gidebilir. Samanyolu da dahil olmak üzere gözlemlenen galaksilerin yaklaşık %30’unda görülürler.

HST’nin Son Bilimsel Önemli Noktaları

35 gibi etkileyici bir yaşta bile, HST kullanılarak yapılan araştırmalarda ve yeni keşiflerde hiçbir yavaşlama olmadı – aksine, tam tersi oldu.

Avrupalı ​​gökbilimciler teleskopu yoğun bir şekilde kullanıyor ve Avrupa liderliğindeki programlara verilen gözlem süresi payı, güçlü bilimsel değere sahip birçok önerileri sayesinde, ESA’nın HST misyonuna katılımıyla garanti edilen %15’in sürekli üzerinde oluyor.

Bu, Omega Centauri’deki en erken süper kütleli kara deliklerin öncüsü olan orta kütleli bir kara delik için kanıtlar, herhangi bir ana galaksiden çok uzakta kaynaklanan olağanüstü parlak ışığın tuhaf bir patlaması, beyaz cüce yıldızlarda hidrojen yanması ve HST’nin görebildiği kadar geriye doğru Popülasyon III yıldızlarının yokluğu gibi keşiflere doğrudan yol açtı.

Özellikle öne çıkan bir nokta ve HST’nin inanılmaz yeteneklerinin bir göstergesi, 2022’de Earendel’in keşfiydi. Şimdiye kadar görülen en uzak yıldız olan Earendel, Evren’in yaşının bir milyardan az olduğu 12,9 milyar yıl öncesinden görülüyor.

Güneş Sistemi ve Ötesinde Keşifler

HST’nin uzun operasyonel ömründen faydalanan OPAL programı, Güneş Sistemi’nin dış gezegenlerini inceleyerek on yılını kutladı.

Jüpiter’in uyduları Europa ve Ganymede’de su buharı olduğuna dair kanıt, Satürn’ün halkalarındaki “parmaklıklar”, Jüpiter’in Büyük Kırmızı Lekesi’nin büyüklüğü ve Uranüs ve Neptün’ün renkleri gibi keşifler, ortaya çıkan sonuçlardan sadece birkaçı. Daha küçük Güneş Sistemi cisimleri de HST’nin dikkatini çekti.

En azından DART asteroit yönlendirme testinin hedefi olan asteroit Dimorphos. HST, JWST ile birlikte çarpmadan önce ve sonra Dimorphos’un görüntülerini aldı.

Daha sonra enkazın bir filmini çekti ve fırlatılan kayaları tespit etti. Bir vatandaş bilim projesi ayrıca yirmi yıldan uzun süredir arşivlenen HST anlık görüntülerinde binlerce asteroit izi keşfetti.

Güneş Sistemi’nin ötesinde, HST, hızla büyüyen dış gezegenler araştırmaları alanında önemini sürdürdü. Bir dış gezegenin atmosferindeki hava modellerini inceledi.

Dünya’ya benzer kayalık bir dış gezegenin etrafında yeni bir atmosferin oluştuğunu gördü ve atmosferinde su buharı bulunan küçük bir dış gezegen buldu.

Ayrıca 2021’de, 18 yıllık çalışmadan elde edilen süpernova ev sahibi galaksilerin bir derlemesi tamamlandı; bu görüntüler, Hubble sabitini şimdiye kadarki en yüksek doğrulukla ölçmek için kullanıldı.

Bu yıl da, yakın komşumuzun HST tarafından on yıllık gözlemlerinden oluşturulan Andromeda Galaksisinin şimdiye kadarki en büyük foto mozaiğinin doruk noktasına ulaştı.

Hubble Uzay Teleskobu

HST, çığır açan keşifleriyle uzaya dair temel anlayışımızı dönüştürerek, otuz yıldan uzun süredir evreni araştırıyor. NASA ve ESA arasındaki ortak bir proje olan HST, uluslararası bilimsel iş birliğinde bir dönüm noktasını temsil ediyor.

NASA’nın Maryland, Greenbelt’teki Goddard Uzay Uçuş Merkezi, teleskopun yönetimini ve görev operasyonlarını denetliyor ve operasyonel destek Denver’daki Lockheed Martin Space tarafından sağlanıyor.

Bilimsel operasyonlar, Astronomi Araştırmaları Üniversiteleri Birliği (AURA) tarafından işletilen Baltimore’daki Uzay Teleskopu Bilim Enstitüsü tarafından yürütülüyor.

Yörüngede onlarca yıl geçirdikten sonra bile HST, uzak galaksilerden dış gezegenlerin atmosferlerine kadar evrene dair devrim niteliğinde iç görüler sunmaya devam ediyor.

Çarpışan Galaksileri Bağlayan Bir Köprü Keşfedildi…

0
Çarpışan Galaksileri Bağlayan Bir Köprü Keşfedildi…

Gökbilimciler çarpışan galaksileri birbirine bağlayan karanlık madde ‘köprüsü’ keşfetti

Parlayan kürelerle dolu iki açık mavi leke, aralarında mor ve siyah duman uzanıyor

Bu çizim, çarpışan iki galaksi arasında uzanan bir “karanlık madde köprüsünü” gösteriyor.

Gökbilimciler, Dünya’dan 240 milyon ışık yılı uzaklıkta bulunan Perseus galaksi kümesini (Abell 426, Perseus takımyıldızında bulunan bir gökada kümesidir) içeren bir galaktik çarpışmanın uzun zamandır kayıp olan bir öğesini keşfettiler.

Yeni keşfedilen bir “alt küme” olan bu öğe, Perseus kümesinin merkezi galaksisi olan NGC 1275’in 1,4 milyon ışık yılı batısında yer alıyor. Bu iki öğe, maddeden oluşan soluk bir “köprü” ile birbirine bağlı gibi görünüyor.

Bu köprünün yapısal omurgasını, evrenin en gizemli “şeyi” olan karanlık madde oluşturuyor. Karanlık madde, ışıkla etkileşime girmeyerek etkili bir şekilde görünmezliğini koruyor, ancak kütle çekimiyle etkileşimi galaktik yapıların şekillenmesine yardımcı oluyor.

Ekip üyesi James Jee, “Aradığımız eksik parça bu. Perseus kümesinde gözlemlenen tüm tuhaf şekiller ve dönen gazlar artık büyük bir birleşme bağlamında anlam kazanıyor” dedi.

Galaksi kümeleri, bilinen evrendeki en büyük yapılardan bazılarıdır ve kütle çekim etkileriyle birbirine bağlı binlerce galaksiden oluşur.

Bilim insanları uzun zamandır bu kümelerin, Büyük Patlamadan bu yana evrendeki en güçlü olaylardan biri olabilecek yüksek enerjili birleşmeler yoluyla büyüdüğüne inanıyorlardı.

Yaklaşık 600 trilyon güneşe eşit bir kütleye sahip olan Perseus kümesi uzun zamandır galaksi kümeleri için “afiş çocuğu” olarak kabul ediliyordu.

Ancak, bu model galaksi kümesi, birleşme yoluyla büyümesine işaret eden belirleyici imzalardan yoksundu. Şimdiye kadar öyleydi.

Galaksi kümelerinin poster çocuğu şiddet dolu bir geçmişe sahip

Jee ve meslektaşları bu gizemi çözmek için Subaru Teleskobu ve Hyper Suprime-Cam’i kullanarak Perseus’un derinliklerine doğru daha önce hiç olmadığı kadar derinlere indiler.

Bu araştırma, Albert Einstein’ın 1915’te yayınladığı ve “genel görelilik” olarak bilinen kütle çekim teorisinin başyapıtı olan “kütleçekimsel merceklenme” adı verilen bir olguya dayanıyordu.

Genel görelilik, kütleye sahip nesnelerin uzay-zamanın dokusunun (uzay ve zamanın 4 boyutlu birleşimi) eğrilmesine neden olduğunu ve bu eğrilikten kütle çekiminin ortaya çıktığını belirtir.

Güneş’in Gizli Halesi Üç Boyutlu Gözlendi…

0
Güneş’in Gizli Halesi Üç Boyutlu Gözlendi…
PUNCH NFI İlk Işık Görüntüsü
14 Nisan 2025’te PUNCH Dar Alan Görüntüleyicisi tarafından çekilen ilk ışık görüntüsü, kameranın odaklandığını, düzgün çalıştığını ve güneşin parıltısına karşı güneş koronasının derin alan görüntülerini yakalayabildiğini gösteriyor. Bu görüntü, güneşi çevreleyen çok daha parlak “F koronası” (ayrıca zodyak ışığı olarak da adlandırılır) aracılığıyla görülebilen yıldızları vurgulamak için filtrelendi. Cihaz henüz güneş ile tam olarak hizalanmamıştır ve bu da görüntüde güneşin konumunun sağında görülebilen parlak güneş ışığı parıltılarına yol açmaktadır

NASA’nın PUNCH görevi, Güneş gözlem araçlarından gelen ilk görüntülerle büyük bir adım attı ve Güneş’in dış atmosferini daha önce hiç olmadığı kadar ortaya çıkardı.

Dört uydu takımından oluşan araç yolculuğuna başlarken, bilim insanları güneşin korona tabakasının güneş rüzgarına dönüşmesiyle ilgili gizemli dönüşüme dair yeni bilgiler ortaya çıkarmaya hazırlanıyordu.

Güneş rüzgarı, uyduları bozmaktan elektrik şebekelerini devre dışı bırakmaya kadar Dünya’yı dramatik şekillerde etkileyen görünmez bir güçtür.

Koronanın İlk Görüntüsü

14 Nisan’da, ABD Deniz Araştırma Laboratuvarı’nın (NRL) Dar Alan Görüntüleyicisi (NFI) ilk ışığını yakaladı. Güneş’in korona olarak bilinen dış atmosferinin erken bir görüntüsünü sunan bir dizi ilk görüntüydü bu.

Bu dönüm noktası, uzayda dört enstrümandan ikisini ilk kez kullanıma açan Korona ve Helyosferi Birleştirmek İçin Polarimetre (PUNCH) görevinin bir parçası sonucunda meydana geldi.

16 Nisan’da, Geniş Alan Görüntüleyiciler (WFI) adı verilen kalan cihazlar da açıldı ve görüntü almaya başladı. NFI’dan gelen bu ilk görüntüler, aleti kalibre etmek ve işaret doğruluğunu teyit etmek için kullanılıyordu.

Görüntü, Balık takımyıldızının bir kısmının görülebildiği güneş etrafındaki yıldız alanını vurgulamak için filtrelendi. Güneş’in kendisi, parlak merkezi örten ve sönük koronayı ortaya çıkaran bir disk olan bir örtücü tarafından engellendi ve görüntünün ortasında parlayan bir halka bıraktığı görüldü.

PUNCH görevinin dört uydusunun konuşlandırılması 12 Mart 2025 Çarşamba günü gerçekleşti. 90 günlük bir görevlendirme süresinin ardından, PUNCH görevinin en az iki yıl boyunca bilim yürütmesi planlanıyor. 

SpaceX Falcon 9 ile fırlatıldı

PUNCH görevi 11 Mart’ta bir SpaceX Falcon 9 roketiyle fırlatıldı ve NFI ertesi gün roketten ayrıldı. PUNCH, güneş koronasının güneş rüzgarına dönüşümünü araştırmak için iç helyosferin 3 boyutlu, küresel gözlemlerini oluşturmak için birlikte çalışacak olan Dünya yörüngesindeki dört uydudan oluşuyordu.

Amacı, güneş koronasının nasıl evrimleştiğini ve uzayda akan yüklü parçacıkların sürekli akışı olan güneş rüzgarına nasıl dönüştüğünü incelemek olacak. NRL tarafından geliştirilen NFI ise kompakt, dışarıdan örtülü bir koronagraftı.

Güneş diskini kapatacak harici bir örtü olan koronograf, doğrudan güneş ışığının, bileşik bir mercek sistemi kullanarak güneş etrafındaki korona ve yıldız alanını görüntüleyen ana optiğin açıklığa girmesini engelleyecekti.

Polarizasyon, polarize filtre tekerleği kullanılarak çözülecek ve görüntü, 2K x 2K aktif dedektör alanına sahip bir CCD kamera kullanılarak sayısallaştırılacaktı.

Güneş Bilimi İçin Önemli Bir Dönüm Noktası

NRL Koronal ve Helyosferik Fizik Bölüm Başkanı Dr. Robin Colaninno, “NFI’dan gelen bu ilk ışık görüntülerini görmekten heyecan duyuyoruz. Bu, PUNCH görevi için önemli bir dönüm noktası ve tüm ekibin sıkı çalışmasının ve özverisinin bir kanıtıdır.”

“Güneş’in koronasını benzeri görülmemiş bir ayrıntıyla incelemek ve güneş rüzgarının nasıl oluştuğu hakkında daha fazla bilgi edinmek ve NFI’yi kullanmaya başlamak için can atıyoruz” dedi.

Güneş

Önümüzdeki birkaç hafta içinde, PUNCH ekibi uzay aracının yönünü iyileştirecek ve NFI’yi kaçak ışığı azaltmak için kalibre edecekti.

Bu süreç tamamlandığında, NFI, selefi olan NRL tarafından geliştirilen Kompakt Koronagraf (CCOR-1) tarafından çekilenlere benzer şekilde güneşin koronasının ayrıntılı görüntülerini yakalayabilecekti.

Güneş Fırtınalarının Oluşumunu İzlemek

PUNCH, koronal kütle atımlarının (CME) evrimini yakalayarak bilim insanlarına bunların oluşumu ve yayılımı hakkında yeni veriler sağlayacaktır.

Bu aygıt, uydu hasarı, radyo iletişim kesintileri ve elektrik şebekesi arızaları gibi Dünya’da önemli kesintilere neden olabilen bu olayları anlamak ve tahmin etmek için önemlidir.

Geliştirilmiş tahminler ayrıca gezegenler arası uzayda faaliyet gösteren robotik kaşifleri de koruyacaktır. PUNCH şu anda 90 günlük bir devreye alma aşamasındadır.

NASA PUNCH Görevi

Bir sanatçının konsepti, PUNCH görevinin güneş’in dış atmosferi olan koronayı gözlemleyen dört uydusunu gösteriyor. 

Bu süre zarfında dört uzay aygıtına nihai yörünge konfigürasyonlarına göre manevra yaptırılacak ve aletler kalibre edilecektir. Devreye almanın ardından PUNCH iki yıllık birincil bilim misyonuna başlayacaktır.

PUNCH’ın diğer amacı, CME’ler gibi olayları daha iyi anlamak ve Dünya’daki uyduları, iletişimleri ve elektrik şebekelerini bozabilecek güneş fırtınalarını tahmin etme yeteneğimizi geliştirmektir.

Bu sistemin ayrıca amacı, güneş sisteminden akan ve uzay havasını etkileyen yüklü parçacıkların sürekli akışını incelemektir. 2025’te fırlatılan PUNCH, güneş ve Dünya arasındaki dinamik, gelişen uzayı yakalayan yeni bir tür güneş gözlemevini temsil edecektir.