Meraklı Aracı, Mars’ın en ayrıntılı görüntüsünü elde etti
Meraklı 1.8 milyar Piksel Panorama. Meraklı’nın 1.8 Milyar Piksel Panoraması: NASA’nın Meraklı gezgini, 24 Kasım – 1 Aralık 2019 tarihleri arasında Mars yüzeyinin en yüksek çözünürlüklü panoramasını yakaladı.
Çarpıcı panorama, yaklaşık 1.8 milyar piksel görüntü ile birlikte, yeni bir video Kızıl Gezegenin kapsamlı bir görünümünü bizlere sunuyor.
Her iki panoramada da Meraklı’ın keşfettiği Sharp Dağı’nın yanındaki “Glen Torridon” sergileniyor. Görev ekibi görüntüleri 24 Kasım ve 1 Aralık arasında elde ettiler. Meraklının çekimleri yakalaması dört gün boyunca 7 saate yakın sürdü.
Kamera operatörleri, gezicinin direğini işaret etmeyi ve görüntülerin odakta olduğundan emin olmayı içeren karmaşık bir görev üstlenmişti.
Tutarlı bir aydınlatma sağlamak için görüntülemeyi her gün öğlen ve öğleden sonra 14.00 arasında sınırlandırdılar.
Meraklı Mars Aracı 1.8 Milyar Piksel Panorama: NASA Meraklı Projesi Bilim Adamı Ashwin Vasavada gezginin Mars yüzeyine bakışını bu turda yönlendiriyor.
Meraklının Jet İtki Laboratuvarındaki (JPL) misyonuna öncülük eden proje bilimcisi Ashwin Vasavada, “Ekibimiz birçok ‘Meraklı’ gözler için bu panoramik şöleni üretti.
Bu görev sırasında ilk kez operasyonlarımızı 360 derecelik bir stereo panoramaya adadık” dedi.
Meraklı Mars Aracı 1.8 Milyar Piksel Pano (360 Görünüm): Meraklı Mars gezgini, Sharp Dağı’nın kenarındaki 360 derece “Glen Torridon” panoramasını üretti.
2013’te Meraklı, her iki kamerasını kullanarak 1,3 milyar piksel panorama üretmişti; siyah beyaz Navigasyon Kameraları, gezginin kendisini de görüntülemesini sağlamıştı.
Hidrojen bağları noktalı çizgilerle gösterilen 2320 hemolitin molekülünün modeli.
Harvard Üniversitesi’nden bir araştırmacı ekibi, göktaşları içinde protein olabileceğini kanıtladı.
Önceki araştırmalarda, bilim insanları hem meteoritlerde hem de kuyruklu yıldızlarda amino asitlerin öncüsü olduğu düşünülen organik materyaller, şekerler ve diğer bazı moleküllere rastlamışlar ayrıca kuyruklu yıldızlar ve göktaşlarında da tam olarak oluşmuş amino asitler bulmuşlardı.
Fakat şimdiye kadar dünya dışı bir nesnenin içinde hiçbir protein bulunamadı. Bu yeni çabada, araştırmacılar 1990 yılında Cezayir’de bulunan bir göktaşı içinde hemolitin adlı bir protein keşfettiler.
Araştırmacılar tarafından bulunan hemolitin proteini küçük ve çoğunlukla glisin ve amino asitlerden oluşuyordu. Protein ayrıca daha önce hiç görülmemiş bir dizilime sahipti.
Uçlarında oksijen, lityum ve demir atomları vardı. Ekibin çalışması henüz tam olarak sonlanmadı. Bulguları onaylandıktan sonra, keşifleri Dünya’daki yaşamın gelişimini çevreleyen bulmacanın bir parçasına daha cevap vermiş olacak.
Proteinler, canlıların gelişimi için temel yapı taşları olarak kabul edilirler ve bir göktaşı üzerinde bir tane bulunması bile, yaşamın ya da ona çok yakın bir canlılığın, uzayın başka bir yerinden Dünya’ya geldiğini öne süren teorileri güçlendirecektir.
Proteinler kimyacılar tarafından oldukça karmaşık olarak kabul edilir, bu da protein oluşumu şansı ile bir çok şeyin olması gerektiği anlamına gelir.
Bulunan proteinin yapılanmasında doğal olarak hemolitin oluşması için, ilk önce, belki de uzay tozu taneciklerinin yüzeyinde glisin oluşması gerekmiştir.
Bundan sonra, moleküler bulutlar yoluyla oluşan ısı, bir noktada tamamen proteinlere dönüşebilen polimer zincirlerine bağlanmaya başlaması için glisin birimlerini indüklemiş (düzenleyici proteine bağlanarak gen kaydını başlatan küçük molekül) olabilir.
Araştırmacılar, proteinin uçlarındaki atom gruplarının bir demir oksit oluşturduğunu da not ediyor önceki araştırmalarda bu durumda atomların fotonları soğurduğu görülmüştü. Böylece suyu oksijen ve hidrojene bölerek, yaşamın gelişimi için de gerekli olacak enerji kaynağı üretebilir.
Samanyolu galaksisi nasıl oluştuğunu öğrenmemiz için tersine mühendislik adı verilen bir yöntemle incelendi.
Yaşlı yıldız kümelerini kullanan Swinburne Üniversitesinden Prof. Duncan Forbes, Samanyolu içinde oluşan yıldız kümelerini ve Samanyolu küçük uydu galaksileri yutarken zamanla elde edilenleri tanımlamak için Samanyolu galaksisinin evrimini izledi.
Prof. Forbes, Samanyolu’na sonradan dahil olmuş yıldız kümelerinin kökeninin çoğunu sadece beş uydu gökadaya bağlamakta; uydu galaksilerin kendileri uzun zamandır kesintiye uğrasa da, ancak kompakt yıldız kümeleri milyarlarca yıldır yaşamaktadır.
Kaynaktan hareketle, yıldızların yaşları ve yıldız kümelerinin kimyasal bileşimini inceleyen, Prof. Forbes uydu galaksilerin merkezlerinde parlak gaz çekirdeklerinin yeni yıldız oluşumu için gerekli malzemeleri içerdiğini belirledi.
Uydulardan biri, Prof. Forbes’un her gün 18 saatten fazla uyuyan Avustralya hayvanına benzeterek sonrasında “Koala” adını verdiği düşük enerjili yörüngeler üzerinde bulunan yıldız kümeleri içeriyordu.
Prof. Forbes, “Samanyolu’muz, diğer küçük galaksileri toplayarak ve bozarak büyüdüğü için çalkantılı bir geçmişe sahip olmuş olsa da, içerdiği küresel kümeler olarak bilinen yıldız kümeleri son derece sağlamdır ve günümüze kadar güçlü bir şekilde hayatta kalmıştır” dedi.
Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü (Caltech) gökbilimcileri tarafından yapılan bu bilgisayar simülasyonu Samanyolu galaksimizin nasıl oluşabileceğini gösteriyor.
Süper bir bilgisayar kullanarak, bir galaksinin evrimini en erken oluşumundan itibaren modellediler. Ana galaksi sonrasında kendisinden daha küçük uydu galaksileri toplayarak zamanla büyüyor. Simülasyon, kendi Samanyolu’muza benzeyen dönen bir sarmal gökadanın oluşmasıyla sona eriyor.
Prof. Forbes çalışmayı şöyle değerlendiriyor: “Kendi galaksimizin oluşma tarihinin milyarlarca yıl öncesine dayanan mühendisliğini yeniden izlemek ya da tersine çevirmek için kullanılabilen bu küresel kümelerdir.
Gece gökyüzüne baktığınızda, görebileceğiniz bazı tek yıldızlar ve yıldız kümeleri aslında galaksimizin dışında oluşmuştur. Şimdi isterseniz bunlara yabancı nesneler diyebiliriz, ama şu anda bildiğimiz gibi bunlar Samanyolu galaksimizin bir parçası olmuşlardır.”
Büyük gezegenler yaşam için doğru koşullara sahip olabilir
Bir öte gezegen illüstrasyonu.
Gökbilimciler, Dünya’nın büyüklüğünün iki katından daha büyük bir gezegenin potansiyel olarak yaşanabilir olduğunu keşfettiler ve yaşam arayışını Dünya’dan önemli ölçüde büyük, ancak Neptün’den daha küçük gezegenlere doğru yönelttiler.
Cambridge Üniversitesi’nden bir ekip, K2-18b gezegeninin kütle, yarıçap ve atmosferik verilerini kullanarak gezegenin hidrojen açısından zengin atmosferinin altında yaşanabilir koşullarda sıvı su barındırmasının mümkün olduğunu belirledi.
124 ışık yılı uzaklıkta olan K2-18b gezegeninin yarıçapı dünyadan 2.6 kat, kütlesi 8.6 kat daha büyüktür. Yıldızının sıcaklıkları gezegende sıvı suyun var olmasına izin verebileceği ölçüler içinde ve gezegen, yıldızın yaşanabilir bir bölge içinde kalan uygun yörüngede dolanmakta.
İki farklı araştırma ekibi hidrojen bakımından zengin atmosferinde su buharının tespit edildiğini bildirmesinden sonra, 2019 sonlarında gezegen medyada epeyce ilgi odağı oldu. Bununla birlikte, atmosferin kapsamı ve altındaki iç mekanın koşulları henüz bilinmemektedir.
Grubun lideri, Cambridge Astronomi Enstitüsü’nden Dr. Nikku Madhusudhan, “Bir dizi öte gezegenin atmosferinde su buharı tespit edildi, ancak gezegen yaşanabilir bölgede olsa bile, bu mutlaka yüzeyde yaşanabilir koşullar olduğu anlamına gelmez.
Yaşanabilirlik umutları oluşturmak için, gezegende iç ve atmosferik koşulların, özellikle de atmosferin altında sıvı suyun bulunup bulunamayacağı hakkında birleşik bir anlayış elde etmek önemlidir” dedi.
K2-18b’nin büyük boyutu göz önüne alındığında, Dünya’dan daha büyük Neptün’den daha küçük bir gezegen versiyonu gibi olacağı öne sürüldü.
Bu durumda bir ‘mini-Neptün’ün içi kaya ve demir çekirdeği olan yüksek basınçlı su tabakasını çevreleyen önemli bir hidrojen’ zarfına ‘sahip olması beklenir. Hidrojen zarfı çok kalınsa, altındaki su tabakasının yüzeyindeki sıcaklık ve basınç, yaşamı destekleyemeyecek kadar büyük olacaktır.
Madhusudhan ve ekibi, K2-18b’nin büyüklüğüne rağmen, hidrojen zarfının mutlaka çok kalın olmadığını ve su tabakasının yaşamı desteklemek için doğru koşullara sahip olabileceğini gösterdiler.
Verileri açıklamak için ayrıntılı sayısal modeller ve istatistiksel yöntemler kullanarak hem atmosferin hem de iç ortamın kompozisyonunu ve yapısını belirlemek için gezegenin mevcut atmosferik gözlemlerinin yanı sıra kütle ve yarıçapını da hesaba kattılar.
Araştırmacılar, atmosferin önemli miktarda su buharı ile hidrojen bakımından zengin olduğunu doğruladılar. Ayrıca metan ve amonyak gibi diğer kimyasalların bu tür bir atmosfer için beklenenden daha düşük olduğunu buldular.
Ekip daha sonra, atmosferik özellikleri, gezegensel iç mekan modelleri için sınır koşulları olarak kullandı. Atmosferik özellikleri, gezegenin kütlesini ve yarıçapını açıklayabilecek çok çeşitli modelleri araştırdılar.
Böylece, hidrojen zarfının kapsamı ve su katmanındaki sıcaklıklar ve basınçlar dahil olmak üzere iç mekandaki olası koşulları elde etmeleri sağlandı.
Aynı Enstitüden astrofizikçi Matthew Nixon, “Hidrojen zarfının kalınlığını, hidrojenin ne kadar derine gittiğini bilmek istedik. Bu, birden fazla çözümle ilgili bir sorun olsa da, tüm gözlemleri birlikte açıklamak için fazla hidrojene ihtiyacımız olmadığını gösterdik” dedi.
Araştırmacılar, verilerin izin verdiği maksimum hidrojen zarfının, gezegenin kütlesinin yaklaşık% 6’sı olduğunu, ancak çözümlerin çoğunun daha azını gerektirdiğini hesapladılar.
Minimum hidrojen miktarıysa, Dünya atmosferinin kütlesine oranla yaklaşık milyonda birdir.
Özellikle, bir dizi senaryo, atmosferinin altındaki okyanuslarda, Dünya okyanuslarında bulunanlara benzer basınç ve sıcaklıklarda bir okyanus dünyasına izin verdiğini göstermektedir.
Bu çalışma, Dünya’dan önemli ölçüde daha büyük olan, Dünya benzeri öte gezegenlerin, güneş sistemi dışındaki yaşanabilir koşullar ve biyolojik imzalar arayışına kapı açıyor.
Astrofizikçiler Betelgeuse gibi titreşimli süper devlerin ölümüyle oluşacak süper novaları modelliyorlar
Çoğu yıldızın aksine Betelgeuse, bilim adamlarının ALMA teleskobu gibi enstrümanlarla çözebilecekleri kadar büyük ve yeterince yakın.
Betelgeuse son zamanlarda medyada önemli bir ilgi odağı oldu. Kırmızı süper dev yaşamının sonuna yaklaşıyor ve Güneş kütlesinin 10 katından büyük böyle bir yıldız öldüğünde, muhteşem görsel bir şölen olarak açığa çıkıyor.
Son yüz yıllardaki parlaklığı son zamanlarda en düşük noktaya ulaştığı için, birçok uzay tutkunu Betelgeuse’ün yakında süper nova evresine geçeceğini ve gün ışığında bile görülebilecek kadar göz kamaştırıcı bir biçimde patlayabileceği için heyecanla bekliyorlar.
Avcı’nın (Orion takımyıldızı) omzundaki ünlü yıldız muhtemelen önümüzdeki milyon yıl içinde (kozmik zamanda birkaç gün gibi) ölümüyle sonlanacak olsa da, bilim insanları şimdiki bu sönükleşmenin, karartmanın yıldız titreşiminden kaynaklandığını savunuyorlar.
Bu fenomen kırmızı süper devler arasında nispeten yaygındır ve Betelgeuse’ün de onlarca yıldır bu grupta olduğu bilinmektedir. Kaliforniya Üniversitesi araştırmacıları, Betelgeuse gibi titreşen bir yıldız patladığında ortaya çıkacak süper nova parlaklığı hakkında zaten tahminlerde bulunmuşlardı.
Çalışma tesadüfen bu zamana denk geldi. Teorik Fizik Enstitüsü’nden (KITP) Prof. Lars Bildsten, Jared Goldberg, ve Bill Paxton bir yıldızın nabzının patlamayı nasıl etkileyeceğini detaylandıran bir çalışma yayınladı.
Goldberg, “Titreşen bir yıldız nabzı farklı aşamalarında patlarsa neye benzediğini bilmek istedik. Önceki modeller daha basitti çünkü titreşimlerin zamana bağlı etkilerini içermezler” dedi.
Betelgeuse büyüklüğündeki bir yıldızın sonunda merkezinde enerji yaratan malzemesi tükendiğinde, kendi muazzam ağırlığı altında çökmesini engelleyen dış basıncı kaybeder.
Ortaya çıkan çekirdek çökmesi sonucu, yıldız yüzeyini ve kabarık dış katmanlarını yarım saniye gibi çok kısa sürede hızlı bir şekilde patlayarak uzaya fırlatır.
Yıldızın demir çekirdeği çökünce atomlar elektronlara ve protonlara ayrılır. Bunlar nötronlar oluşturmak için birleşir ve bu süreçte nötrino adı verilen yüksek enerjili parçacıkları serbest hale geçer.
Normalde, nötrinolar diğer maddelerle çok zor etkileşir. Örneğin, her saniye yaklaşık 100 trilyon nötrino tek bir çarpışma olmadan vücudunuzdan geçmektedir. Bununla birlikte, süper novalar evrendeki en güçlü uzay fenomenleri arasındadır.
Çekirdek çöküşünde üretilen nötrinoların sayıları ve enerjileri o kadar büyüktür ki, yıldız malzemesiyle sadece küçük bir kısım çarpışsa da, genellikle yıldızı patlatabilecek bir şok dalgası başlatmak için yeterli güçtedirler.
Ortaya çıkan patlama, yıldızın dış katmanlarına öyle bir enerji aktarır ki tüm galaksinin parlaklığını kısa sürede gölgede bırakacak bir parlama ortaya çıkar.
Betelgeuse’ün bir yıldaki değişimi.
Patlama yaklaşık 100 gün boyunca parlaklığını sürdürür, çünkü radyasyon kaybedilen elektronlarla yeniden birleşerek ancak nötr hale gelir.
Astronomlar merkezden gelen ışık kaçana kadar geçen zaman boyunca süper novaya daha derinlemesine bakabilirler. Bu noktada, geriye kalan tek şey, yıllarca parlamaya devam edebilen radyoaktif serpinti olacaktır.
Bir süper nova’nın özellikleri yıldızın kütlesine, toplam patlama enerjisine ve daha da önemlisi yarıçapına göre değişir. Bu Betelgeuse’un nabzının nasıl patlayacağını tahmin etmeyi daha karmaşık hale getirdiği anlamına gelir.
Araştırmacılar, bir yıldız bütünüyle birlikte titreşiyorsa adeta içeri ve dışarı nefes alıp veriyorsa, Betelgeuse’un süper novasının belirli bir yarıçapa sahip statik bir yıldız gibi davranacağını buldular.
Bununla birlikte, yıldızın farklı katmanları birbirine zıt olarak uzaya salınabilir: orta katmanlar büzülürken dış katmanlar genişler ya da tersi de geçerlidir. Basit titreşim durumu için, ekibin modeli titreşimi hesaba katmayan modellere benzer sonuçlar verdi.
“Model, sadece daha büyük bir yıldızdan bir süper novaya veya nabzın farklı noktalarında daha küçük bir yıldıza benzer şekilde işliyor.
O zaman, daha karmaşık olan titreşimleri düşünmeye başladığınızda, hareket eden şeylerle aynı zamanda hareket edenler var – o zaman modelimiz aslında fark edilir değişiklikler üretiyor” diyerek Goldberg açıklama yaptı.
Bu durumda araştırmacılar, patlamanın aşamalı olarak daha derin katmanlarından ışık sızarken, emisyonların farklı büyüklükteki yıldızlardan gelen süper novaların sonucu gibi görüneceğini keşfettiler.
Goldberg: “Yıldızın sıkıştırılmış kısmından gelen ışık daha sönük, tıpkı daha kompakt, titreşimsiz bir yıldızdan beklediğimiz gibi. Bu arada, yıldızın o sırada genişleyen kısımlarından gelen ışık, daha büyük, titreşimsiz bir yıldızdan gelmiş gibi daha parlak görünecektir.”
Dünya yörüngesindeki ‘gizemli nesne’nin yeni görüntüleri elde edildi.
Bilim insanları, Dünya’nın yörüngesine katılan gizemli bir nesnenin yeni görüntülerini yayınladılar. Nesne, Dünya’nın yörüngesine gelmiş yeni bir “mini ay” olduğunun açıklandığı günlerde heyecan yaratmıştı. Ancak araştırmacılar, gizemli nesnesinin ne olduğu hakkında bir şeyler söylemenin erken olduğunu daha fazla araştırmanın gerekli olduğunu söylemekteler.
Kimi gökbilimciler tarafından önerildiği gibi bu cismin, yapay bir nesne olduğu düşünülse de, eski bir uydu veya uzay enkazı da olabilir. Gözlemlerin baş gökbilimcisi Grigori Fedorets yaptığı açıklamada, “Her iki durumda da bu çok zorlayıcı bir nesne ve ne olduğunu belirlemek için daha fazla veriye ihtiyacımız var” dedi.
Geçtiğimiz günlerde, Uluslararası Astronomi Birliği’nin (IAU) Küçük Gezegen Merkezi, nesneye 2020 CD3 adını verdiğini açıklamıştı.
Çoğu araştırmacı nesnenin, Ay haricinde Dünya’nın çevresinde tespit edildiği için cismin, Dünya’nın ikinci doğal uydu diyebileceğimiz kayalık bir asteroit olduğuyla ilgili tahminde bulundular.
Bu cisme benzer tek nesne 2006’da tespit edilmiş ve sonrasında cisim Dünya’nın yörüngesini terk etmişti. Yeni keşfedilen uydu da, önümüzdeki aylarda Dünya’nın yörüngesinden ayrılacak ve gökbilimcilerin nesnenin görüntülerini almak ve kökenini anlamak için uğraşmalarına neden olacaktır.
Yeni görüntülerden sorumlu olan uluslararası İkizler Gözlemevi bilim başkanı John Blakeslee, “görüntülerin elde edilmesi gözlemci ekibi için bir karmaşaydı çünkü nesne Dünya’dan uzaklaştıkça hızla sönükleşiyordu.
Nisan ayında Dünya’nın yörüngesinden ayrılması bekleniyor” diyor. Resimde, nesne merkezde parlak olarak görülmekte, çapraz çizgiler yıldızların izleri, çünkü teleskop nesneyi Dünya çevresinde hareket ederken izlemek için cisme odaklanmış durumda.
2020 CD3’ün ilk tespitinden kısa bir süre sonra 24 Şubat’ta çekilmiş.
Gökbilimciler, nesne hakkında ayrıntılı bilgi edinmek için daha fazla görüntüsünü almayı umuyorlar. Özellikle ne kadar parlak olduğunu ve ne kadar ışık yansıttığını anlayacaklar – sönükse, kayalık bir gök cismi olması muhtemeldir, ancak daha parlak ışıma yapıyorsa, yansıtıcı bir parça olması (roket güçlendiricilerden birinin enkazı gibi) daha olasıdır.
Çalışma grubu: “Cismin konumunu düzeltmek için yapılacak ek gözlemler aynı zamanda bu gizemli nesnenin yörüngesini ve olası kökenini belirlememize yardımcı olacak” diyor. Gökbilimciler, gözlemlerinde süreklilik olduğunu bu nedenle daha birçok nesne bulmayı bekliyorlar.
Gökbilimciler Evren tarihindeki en büyük patlamayı tespit etti
Bu son derece güçlü patlama, Dünya’dan yaklaşık 390 milyon ışık yılı uzaklıkta bulunan Ophiuchus gökada kümesinde meydana geldi.
Gökada kümeleri, binlerce bireysel gökada, karanlık madde ve sıcak gaz içeren, kütle çekimi ile bir arada tutulan Evrendeki en büyük yapılardır.
Uzak bir galaksi kümesi üzerinde çalışan bilim adamları, Büyük Patlama’dan bu yana Evrende görülen en büyük patlamayı keşfettiler.
Patlama, yüz milyonlarca ışık yılı uzaklıkta bulunan bir galaksinin merkezindeki süper kütleli bir kara delikten geldi. Bu kez en son büyük patlamada kırılan rekordan beş kat daha fazla enerji açığa çıktı.
Uluslararası Radyo Astronomi Araştırmaları Merkezi’nden Prof. Melanie Johnston-Hollitt, etkinliğin olağanüstü enerjik olduğunu söyledi.
“Daha önce galaksilerin merkezlerinde patlamalar gördük ama bu gerçekten çok büyük ve neden bu kadar büyük olduğunu bilmiyoruz. Ayrıca o kadar yavaş oldu ki yüz milyonlarca yıldan fazla süren ağır çekim bir patlama gibi” dedi.
Patlama Dünya’dan yaklaşık 390 milyon ışık yılı uzaklıktaki Ophiuchus gökada kümesinde meydana geldi. Öylesine güçlüydü ki, kümelenme plazmasında bir boşluk oluşturdu – kara deliği çevreleyen süper sıcak gaz.
ABD Deniz Araştırma Laboratuvarı’ndan Dr. Simona Giacintucci, patlamanın 1980 yılında St. Helens Dağı’nın tepesini söken patlamaya benzer olduğunu söyledi. “Fark, patlama sırasında kümede oluşan sıcak gaz kraterinin içine arka arkaya 15 Samanyolu sığabilir” dedi.
Prof. Johnston-Hollitt, küme plazmasındaki boşluğun daha önce X-ışını teleskoplarında görüldüğünü ancak bilim insanlarının çok büyük bir patlama ile karşılaştıklarından başlangıçta olayın enerjetik bir patlamadan kaynaklanabileceği fikrini reddettiklerini söyledi.
Araştırmacılar patlamanın büyüklüğü nedeniyle gerçekten şüpheliydiler. Evren garip bir yer. Gökbilimciler, keşfettiklerini ancak radyo teleskoplarlaOphiuchus gökada kümesine baktıklarında fark ettiler.
Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nden Dr. Maxim Markevitch, “Radyo verileri bir eldeki eldiven gibi röntgenlerin içine sığabiliyor” dedi.
Ve şöyle devam etti: “Bu, bize eşi görülmemiş boyutta bir patlama meydana geldiğini söyleyen keşif, dört teleskop kullanılarak yapıldı; Chandra X-ışın Gözlemevi, XMM-Newton Teleskobu, Murchison Geniş alan Dizisi (MWA) ve Dev Metrik dalga Radyo Teleskopu (GMRT).
MWA’nın direktörü ve galaksi kümelerinde uzman olan Prof. Johnston-Hollitt, bu keşfi dinozor kemiklerinin ilk kez keşfedildiği zamana benzetti.
“Biraz arkeoloji gibi, düşük frekanslı radyo teleskopları ile daha derine inmemiz için araçlarımız var, bu yüzden şimdi bunun gibi daha fazla patlama bulabilmeliyiz. Bulgu, Evreni farklı dalga boylarında incelemenin önemini bizlere bir kez daha hatırlatıyor.”
Gökbilimciler, Dünya’nın yeni bir mini aya sahip olduğunu açıkladılar. Görünüşe göre 3 yıl önce Dünya yörüngesine yakalanan küçük bir asteroit olan bu gök cismi 2020 CD3 olarak adlandırıldı.
Nesnenin keşif imgelerinden biri, Dünya için olası yeni doğal ve geçici bir ay olan 2020 CD3.
Uluslararası Astronomi Birliği’nin (IAU) Küçük Gezegen Merkezi ( MPC ) iki gün önce geç saatlerde Dünya’nın yakaladığı yeni bir “geçici ele geçirilmiş nesne” olduğunu açıkladı: görünüşe göre üç yıl önce Dünya yörüngesinde yakalanan küçük bir yeni ay.
Bu nesne 2020 CD3 olarak adlandırıldı. MPC’den yapılan açıklamaya göre 2020 CD3’ün “herhangi bir yapay objeyle bağlantısı bulunmuyor.2 Bu açıklama sebebiyle 2020 CD3’nin dünyanın kütle çekimine takılmış yeni bir asteroit olabileceği ihtimali üzerinde duruluyor.
25 Şubat 2020 tarihli Küçük Gezegen Elektronik Sirküleri’nde ( MPEC ), gökbilimciler çoklu gözlemlerin doğruladığını yazdı: … Bu nesne geçici olarak Dünya’ya bağlıdır.
Güneş’in ışınım basıncından kaynaklanan bir bozulma belirtileri görülmemiştir ve bilinen bir yapay nesne ile bağlantısı bulunamamıştır. İleri gözlemler ve dinamik çalışmalar şiddetle teşvik edilmektedir.
2020 CD3, 15 Şubat’ta Arizona, Tucson’da bulunan Catalina Sky Araştırması gökbilimcileri tarafından keşfedildi. Astronom Theodore Pruyne ile birlikte keşfedenlerden biri asteroit ve kuyruklu yıldız avcısı Kacper Wierzchos’di.
İkili, 17 Şubat’a kadar nesneyle ilgili 30’dan fazla gözlem gerçekleştirdi. Bu gözlemler, gök cismi için yörünge hesaplarını düzeltmek ve Dünya’nın yörüngesinde olduğunu kesin doğrulamak için gerekliydi.
Nesne çok küçük ve soluk. Ondan yansıyan güneş ışığı, çapının tahmin edilmesine yardımcı oldu. Tahmini olarak şu an için boyutu 1,9-3,5 m arasında olduğudur, ancak bu ölçüm kolayca değişebilir, güncellenebilir.
Yine de … gök cismi çok küçük! 2020 CD3, dünyanın bilinen ikinci “mini uydusu” oldu. Daha önce ‘2006 RH120’, Eylül 2016 ile Temmuz 2007 arasında dünyanın yörüngesinde dönmüştü.
Gökbilimcilerin Dünya’nın yörüngesindeki bu kadar ‘çok küçük’ bir cismi tanımlayabilmeleri epeyce şaşırtıcı. Şu anda nesne hakkında sahip olduğumuz bilgilerin çoğu, aktif olarak tweet atan Wierzchos’tan geliyor; onu @WierzchosKacper hesabından bulabilirsiniz.
Görünüşe bakılırsa, bu gökbilimciler MPEC yayınlanana kadar nesne hakkında açıkça konuşmaya tartışmaya devam ediyorlar. Kuşkusuz konuyu netleştirmek için gün geçtikçe daha fazla bilgi bekliyoruz!
Güneş Dinamikleri Gözlemevinden (SDO) Güneş Hakkında 10 Şaşırtıcı Keşif
Bu ay, Güneş Dinamikleri Gözlemevi uzaydaki 10. yılını kutluyor. Geçtiğimiz on yıl içinde uzay aracı, Güneş’in aktivitesini ve uzay havasını nasıl yarattığını, Dünya da dahil olmak üzere tüm güneş sistemini etkileyen uzaydaki dinamik koşulları nasıl yönlendirdiğini inceleyerek Güneş’e sürekli göz kulak oldu.
Bu süre içinde SDO en yakın yıldızımızın milyonlarca bilimsel görüntüsünü toplayarak bilim insanlarının çalışmalarına yeni bakış açıları kazandırdı.
SDO’nun iç atmosfer, manyetik alan ve enerji çıkışına kadar olan Güneş ölçümleri, en yakın yıldızımızı anlamamıza büyük katkıda bulundu.
SDO’nun görüntüleri de ikonik hale geldi – eğer Güneş’te yakın bir aktivite gördüyseniz, muhtemelen bir SDO görüntüsüdür.
SDO’nun uzayda uzun kariyeri, Güneş’in 11 yıllık faaliyet döngüsü olan bir tam güneş döngüsüne tanıklık etti. İşte SDO’nun yıllar içindeki başarılarından bazılarını burada bulacaksınız.
1) Fantastik Parlamalar
SDO, güneş yüzeyinden salınan devasa plazma patlamalarına, birçoğu en yakın yıldızımızın vahşetinin ikonik görüntüleri haline gelen sayısız şaşırtıcı parlamalara tanık oldu.
İlk bir buçuk yıl içinde, SDO yaklaşık 200 güneş patlaması gördü ve bu da bilim insanlarının bir model bulmasına yol açtı.
İşaret fişekleri diyebileceğimiz bu patlamaların yaklaşık% 15’inin, ilk işaretlemeden dakikalar ila saatler sonra takip eden bir “geç evreli alev” diye tanımladıkları bir fışkırma olduğunu fark ettiler.
Bu özel sınıfı inceleyerek, bilim adamları Güneş patlaması olduğunda ne kadar enerji üretildiğini daha iyi anladılar.
2) Güneş Tornadoları
Şubat 2012’de SDO, güneş yüzeyinde garip plazma kasırgaları gösteren görüntüler yakaladı.
Daha sonraki gözlemler, plazmayı döndüren manyetik alanların yarattığı bu kasırgaların saatte 300 bin km kadar bir hızla dönebileceğini hesapladılar. Dünya’da kasırgalar saatte sadece 480 km hıza ulaşır.
SDO uzay aracı tarafından çekilen görüntülerden bir araya getirilen bu video, 30 saatlik süredeki plazma kasırgalarını gösteriyor.
3) Dev Dalgalar
Güneş yüzeyindeki pıhtılaşan plazma denizi, Güneş’in etrafında saatte yaklaşık 5 milyon km hızla dolaşan dev dalgalar yaratıyor.
Onları ilk keşfeden SOHO uzay aracında aynı adı taşıyan bir aygıtla tespitinin ardından EIT (Extreme-ultraviyole Görüntüleme Teleskobu) dalgaları olarak adlandırılan bu dev dalgalar, 2010 yılında SDO tarafından yüksek çözünürlükte görüntülendi.
Gözlemler ilk kez dalgaların yüzeyde nasıl hareket ettiğini gösterdi. Bilim insanları bu dalgaların Güneş’in yüzeyinden plazma bulutlarını güneş sistemine yayan koronal kütle atımları tarafından yönlendirildiğinden şüpheleniyorlar.
4) Yanıcı Kuyruklu Yıldızlar
SDO gözlem yaptığı süre içinde Güneş’in önünden iki kuyruklu yıldızının geçmesini izledi. Aralık 2011’de, Lovejoy kuyruklu yıldızı, güneş yüzeyinden 830 bin km yukarıdan geçerken yoğun ısınmaya rağmen hayatta kalmayı başardığını izledi.
Diğeri 2013 yılında ISON kuyruklu yıldızıydı. Bu kez kuyruklu yıldız güneşin etkisinden kurtulamadı. Bunun gibi gözlemlerle SDO, bilim insanlarına Güneş’in kuyruklu yıldızlarla nasıl etkileşime girdiği hakkında yeni bilgiler verdi.
Lovejoy kuyruklu yıldızı, güneşe en yakın yaklaşımıyla bir saatlik bir yolculuktan sonra burada güneşin sağ arka tarafından çıkarken görülüyor. Kuyruklu yıldızın güneşin atmosferi, korona ve kuyruktaki malzemenin güneşin manyetik alan çizgileri boyunca nasıl hareket ettiğini izleyerek güneş bilimcileri korona hakkında daha fazla bilgi edinmeyi umuyorlar. Bu film, sarı renge duyarlı bir filtreyle (SDO) tarafından çekildi.
5) Küresel Dolaşım
Katı bir yüzeye sahip olmayan Güneş, kaçmaya çalışan çok yüksek, yoğun ısısı ve dönüşü nedeniyle sürekli olarak akar. Orta enlemlerde hareket etmek ‘Meridyensel Dolaşım’ olarak adlandırılan büyük ölçekli dolaşım düzenleridir.
SDO’nun gözlemleri, bu dolaşımın başlangıçta bilim insanlarının bildiklerinden çok daha karmaşık olduğunu ve güneş lekesi üretimiyle bağlantılı olduğunu ortaya koydu.
Bu dolaşım modelleri, bazen bir yarım kürenin neden diğerinden daha fazla güneş lekesine sahip olabileceğini bile açıklayabilir.
6) Geleceği Tahmin Etmek
Güneş’in malzemesini koronal kütle atımı (CME) olarak dışarı atması ve ayrıca Güneş’in tüm sistemi etkileyen rüzgarları Dünya’nın manyetik ortamıyla etkileşime girdiklerinde, uzay aracı ve astronotlar için tehlikeli olabilecek uzay havasını tetikleyebilirler.
SDO’dan gelen verileri kullanarak bilim insanları, Dünya üzerindeki potansiyel etkisini tahmin etmek için güneş sisteminde hareket eden bir CME’nin yolunu modellemeye çalıştılar.
Güneş’in uzun süreli gözlemleri, bilim insanlarının Güneş’in ne zaman bir CME’yi serbest bırakabileceğini tahmin etmeye çalışmak için ek öğrenme modelleri oluşturmalarına yardımcı oldu.
7) Koronal Karaltılar
Güneş’in incecik aşırı ısınmış dış atmosferi (korona, renk küre) bazen kararır. Koronal kararmayı inceleyen bilim insanları, uydulara ve astronotlara zarar verebilecek şiddetli uzay hava olaylarının ana itici güçleri olan CME’lerle bağlantılı olduklarını keşfettiler.
Güneş araştırmacıları, SDO ile gözlenen çok sayıda olayın istatistiksel analizini kullanarak, en tehlikeli tür olan Dünya’ya yönelik CME’lerin kütlesini ve hızını hesapladılar.
Koronal karaltıyı CME’lerin boyutuna bağlayarak, bilim adamları, CME’lerini doğrudan ölçmek için çok uzak olan diğer yıldızların etrafındaki uzay hava etkilerini incelemeyi umuyorlar.
8) Güneş Çevriminin Ölümü ve Doğumu
On yıl süren gözlemlerle SDO şimdi neredeyse tam bir 11 yıllık güneş çevrimi izlemiş oldu. 24. Güneş Çevriminin başlangıcından itibaren, SDO, Güneş aktivitesinin maksimuma yükseldiğini ve ardından devam eden döngünün minimuma düştüğünü izledi.
Bu gözlemler, bilim insanlarının bir güneş çevriminin düşüşünü ve bir sonraki çevrimin başlangıcını işaret eden verileri anlamalarına yardımcı olacaktır.
9) Kutupsal Koronal Delikler
Bazen Güneş’in koronal yüzeyinde ekstrem ultraviyole ışınımın (EUV) düşük olduğu koronal delikler olarak adlandırılan büyük karanlık lekeler görülür.
Güneş’in manyetik alanına bağlı olarak, delikler güneş çevrimini takip ederek güneş aktivitesi maksimum olduğunda artar minimum olduğunda azalır.
Güneşin üstünde ve altında oluştuklarında kutupsal koronal delikler olarak adlandırılırlar ve SDO bilim insanları, Güneş’in manyetik alanının ne zaman tersine döndüğünü belirlemek için bunların kaybolmalarını kullanabilirler – Güneş etkinliğinin maksimum dönemine ulaştığının önemli bir göstergesi.
16 Mart 2015’te SDO’nun alıdığı bu görüntü, koronal delik adı verilen iki karanlık bölgeyi gösteriyor. Alt koronal delik, kutupsal bir koronal delik olup, onlarca yıldır gözlenen en büyük deliklerden biri.
10) Yeni Manyetik Patlamalar
On yılın sonunda Aralık 2019’daki, SDO gözlemleri bilim insanlarının yepyeni bir manyetik patlama türü keşfetmesini sağladı.
Bu özel tip – kendiliğinden oluşan manyetik yenilenen bağlantı – spontaneous magnetic reconnection (daha önce gözlemlenen daha genel manyetik yeniden bağlanma formlarına karşı) – onlarca yıllık bir teoriyi doğrulamaya yardımcı oldu.
Ayrıca bilim insanlarının güneş atmosferinin neden bu kadar sıcak olduğunu anlamalarına, uzay havasını daha iyi tahmin etmelerine ve kontrollü füzyon ve laboratuvar plazma deneylerinde atılımlara neden olacaktır.
SDO’dan gelen görüntülerde Güneş’te ön plana çıkan zorunlu manyetik yeniden bağlanma ilk kez görüldü. Bu görüntü, 3 Mayıs 2012’de SDO’nun Atmosferik Görüntüleme Birleştirme aracı tarafından görüntülenen yeniden bağlanma olayının yakın bir görüntüsünü gösteriyor.
SDO’daki tüm cihazlar hala iyi durumda ve Gözlemevinin en az on yıl daha çalışmaya devam etme potansiyeli olduğu düşünülüyor..
Her 12 saniyede bir 10 farklı dalga boyundaki görüntüyü yakalayan SDO 11 Şubat 2010’daki tanıtımından bu yana Güneş’teki büyük patlamaların nasıl gelişerek büyüdüğünü ve sonunda patladığını benzersiz bir şekilde ortaya koydu.
10. yılında SDO’ya yeni bir ortak ESA-NASA misyonu olan Güneş Yörünge Aracı (Solar Orbiter) eşlik edecek. Eğimli bir yörüngedeki bu araç, SDO’nun sınırlı kapsama alanına sahip olduğu kutup bölgelerini gözleyebilecek.
Güneş Yörünge Aracı ayrıca, Güneş’in görünür yüzeyinin altındaki yapıların 3D görüntülerini oluşturmak için iki misyonun birlikte çalışmasına izin verecek tamamlayıcı araçlara sahip olduğundan önümüzdeki yıllarda bilim insanlarının güneş aktivitesini daha iyi anlamalarını sağlayacak.
Mars’ın uydularına bir sonda göndermek, oldukça uzun süredir görev planlamacıları ve uzay meraklılarının istek listesinde bulunuyordu.
Birkaç yıldır, Japon Uzay Ajansı (JAXA) mühendisleri ve bilim insanları, böyle bir misyonu bir araya getirmek için çalışıyorlar. JAXA önümüzdeki günlerde Mars Uydusu Araştırması (MMX) görevinin, 2024’te örnek bir geri dönüş kabiliyeti olacak şekilde, başlatılmak üzere olduğunu duyurdu.
Son üç yıl MMX’in, JAXA’nın uzay aracı tasarımını iyileştirmek, inişlerin simülasyonu gibi potansiyel görevler için araştırma ve analizlere odaklanan Proje Öncesi aşaması olarak adlandırdığı bir süreçti.
Artık görev gelişme aşamasına taşındığı için, odak, görev donanımı ve yazılımının geliştirilmesiyle devam edecek.
30 Mayıs 2019 Ryugu’da Hayabusa2’nin CAM-H aygıtıyla ile çekilen görüntüsü.
Hayabusa uzay aracı 2005 yılında asteroit Itokawa’ya yolculuğunu, uzay aracındaki sayısız engellere ve aksaklıklara rağmen 2010 yılında Dünya’ya örnek bir dönüşle başarıyla tamamladı.
Daha sonra Hayabusa 2 sondası 2019’da asteroit Ryugu’dan örnekler topladı ve uzay aracının 2020’nin sonlarında Dünya’ya dönmesi planlanıyor. Yaklaşık üç yıldan beri MMX planının üzerinde çalışılıyor.
Böylece, Mars’ın, iki uydusu Phobos ve Deimos’u incelemek için çeşitli araçlarla donatılmış yörünge tipi bir uzay aracı geliştiriliyor. Uyduya kazasız ulaşıldığında, MMX Phobos’un yüzeye dokunacak, muhtemelen en az bir numune yakalamak için karot tipi matkapla donatılmış bir gezici alet kullanacak.
Sonrasında numune iade kabını Phobos’tan kaldırmak ve Eylül 2029 civarı Dünya’ya geri dönmek için bir itme modülünü kullanılacaktır.
Mars Reconaissance Aracı (MRO) 2008 yılında Phobos ve Stickney kraterinin bu görüntüsünü yakalamıştı.
Mars’ın uydularına göz atmak ve sonrasında inmek, Mars’a insanlı gidiş öncesi için yapılan en iyi şey olacaktır. Phobos ve Deimos, özellikle Mars sistemine yapılan ilk insanlı misyonlar için Kızıl Gezegene gitmekten daha kolay erişim sağlayacak yerler olarak kabul edildi.
NASA Baş Bilimcisi Jim Green, “İnsanlar sadece birkaç nesnenin yüzeylerini gerçekçi bir şekilde keşfedebilir.
Phobos ve Deimos bu listede yer alıyor. Mars etrafındaki yörüngeleri, Kızıl Gezegenin yüzeyine ulaşmadan önce insanların ziyaret etmeleri için ilk hedef olabilir, ancak bu MMX misyonunun sonuçları tamamlandıktan sonra mümkün olacaktır” dedi.
MMX ekibi: “Mars’ın çekimsel kuyusuna girmek ve çıkmak, düşük kütle çekimli cisimlerin yüzeyine inmek ve navigasyon yapmak ve yüzeyden örnek almak gibi gerekli teknolojiyi test edip sonucunu göreceğiz” diyor.
Araç ayrıca Dünya’nın manyetik alanının koruma sınırının ötesine geçen insanlar için büyük endişelerden biri olan radyasyon ortamını da ölçecek.
Misyon, doğası gereği uluslararası; NASA (ABD), ESA (Avrupa), CNES (Fransa) ve DLR’de (Almanya) gibi uluslararası ortaklar tarafından sağlanacak 11 araçla donatıldı.
JAXA yapımı enstrümanlar, detaylı araziyi gözlemlemek için teleskopik (dar açılı) kamera, hidratlı mineralleri ve organik maddeleri tanımlamak için geniş açılı kamera, LIDAR lazer altimetre, bir toz monitörü ve bir kütle tayf analizörü, Mars uydularının etrafındaki iyonlar, numune alma cihazı ve numune geri dönüş kapsülü ve bir radyasyon ortamı monitöründen oluşmakta.