Ana Sayfa Blog Sayfa 49

Mars’ın İç Yapısı ve Yeni Bir Model…

0
Mars’ın İçi ile İlgili Yeni Bir Model…
Planet Mars Stock Illustrations – 60,082 Planet Mars Stock Illustrations,  Vectors & Clipart - Dreamstime
Mars illüstrasyonu
Bilim insanları Mars için yeni bir kompozisyon modeli oluşturdu. Mars kayaları ve yörüngedeki uydulardan alınan ölçümleri, yüzeyin yaklaşık 1.800 km altındaki çekirdek manto sınır derinliğini tahmin etmek için kullandılar ve çekirdeğinin hafif elementler olarak orta miktarlarda kükürt, oksijen ve hidrojen içerdiğini önerdiler.
Mars aracı InSight’ın sismometresi sabırla iç bölgelerin doğasını aydınlatmak ve kabuk-manto çekirdekli yapısını tanımlamak için bir sonraki büyük Mars depremini beklerken, iki araştırıcı, Takashi Yoshizaki (Tohoku Üniversitesi) ve Bill McDonough (Maryland Üniversitesi) Mars için yeni bir kompozisyon modeli oluşturdu.

Yoshizaki, “Kayalık gezegenlerin kompozisyonunu ve iç yapısını bilmek bize oluşum koşullarını, çekirdeğin mantodan nasıl ve ne zaman ayrıldığını ve mantodan çıkarılan kabuk zamanlamasını ve miktarını anlatır.”

İlk gökbilimciler, gezegenlerin uzaklıklarını, yörünge dönemlerini ve uydularını, bu cisimlerin büyüklüğünü, kütlesini ve yoğunluğunu belirlemek için kullandılar.

Günümüzün yörüngedeki uzay araçları bir gezegenin şekli ve yoğunluğu hakkında çok daha fazla ayrıntı sağlamakta, ancak yoğunluğun iç kısmındaki dağılımı bilinmemektedir.

Bir gezegenin sismik profili bu kritik iç görüleri sağlar. Bir deprem bir gezegeni salladığında, ses dalgaları gezegenin içsel kompozisyonu ve sıcaklığı tarafından kontrol edilen hızlarda içlerinden geçer. Örneğin yoğunluktaki güçlülük; havadan geçmesiyle çelikten geçmesinin bir olmaması gibi.

19. yüzyılın sonlarına kadar, bilim insanları Dünya’nın içinde metalik bir çekirdek olduğunu varsaydılar, ancak günümüzde sismologlar, kaynakları bulmamıza ve depremlerin doğasını anlamamıza yardımcı olacak gezegenin iç yapısını netlikle ortaya çıkardı.

mars insight photos ile ilgili görsel sonucu

Apollo astronotlarının getirdiği 4 ay sismometre verileri, Ay’ın çekirdek manto-kabuk yapısını tanımladı. Mars, en iyi keşfedilen ikinci gezegen, 2018’in ortasında InSight aracı ilk sismik verilerini aldı.

Bir gezegen için kompozisyon modelleri, yüzey kayalarından, fiziksel gözlemlerden ve gezegenlerin ilkel yapı taşları olan kondritik (ana gövdenin erimesi veya farklılaşması nedeniyle modifiye edilmemiş taşlı, metalik olmayan meteorlardır) meteoritlerden gelen verileri bir araya getirerek geliştirilir.

Bu göktaşları, gezegenler gibi, erken güneş bulutsusundan toplanan katı maddelerden oluşan kaya ve metal karışımlarıdır. Magnezyum, silikon ve demir oksitlerin farklı oranları ve demir ve nikel alaşımları bu katı cisimleri oluşturur.

Mars InSight aracı görevindeki sismometreyle, Mars’ın çekirdek manto sınırının derinliğini tanımladığında, bu yeni Mars modelini doğrudan test edecek. Mars ve Dünya için bu tür kompozisyon modelleri, gezegenlerin kökeni ve doğası ve yaşanabilirlik koşulları hakkında ciddi ipuçları sağlar.

Yoshizaki, “Mars çekirdeğinin kütlesinin Mars’a oranla sadece altıda biri olduğunu, Dünya için ise bu oranın üçte biri olduğunu bulduk. Bu bulgular Mars’ın Dünya’dan daha fazla oksijen atomuna, daha küçük bir çekirdeğe ve paslı bir kırmızı yüzeye sahip olduğunu gösterir. Ayrıca Mars’ta Dünya’dan daha yüksek uçucu element bollukları, örneğin kükürt ve potasyum bulduk.”

Jüpiter’de Düşünülenden Fazla Su Var…

0
Jüpiter’de Düşünülenden Fazla Su Var…

Sürpriz! Jüpiter’de düşünülenden daha fazla su var Şaşırtıcı bilim ölçümlerine ek olarak Juno, Jüpiter turunda çarpıcı fotoğraflar çekiyor.

Şaşırtıcı bilim ölçümlerine ek olarak Juno, Jüpiter turunda çarpıcı fotoğraflar çekiyor.

Jüpiter’in çok daha fazla suyu var gibi görünüyor. Juno aracından alınan son veriler, suyun Jupiter’in ekvatoru üzerindeki atmosfer moleküllerinin yaklaşık% 0.25’ini oluşturabildiğini gösteriyor.

Bu kulağa pek hoş gelmese de hesaplama, güneşten üç kat daha fazla olan su bileşenlerinin, yani hidrojen ve oksijenin yaygınlığı anlamına gelmekte.

Juno’nun aldığı yeni ölçümler, bir önceki verilerin önerdiğinden çok daha yüksek. Sürpriz sonuç, bilim insanlarının Galileo misyonundaki verilerin derinliklerine inmesini sağladı.

Bu da mühendislerin uzay aracını kasıtlı olarak Jüpiter’in atmosferine attığı 1995’teki verilerden elde edilen sonuçlara götürdü.

NASA açıklamasında, Galileo ve Juno’nun sonuçlarını uzlaştırmanın, bilim insanlarının güneş sistemimizin nasıl bir araya geldiğini daha iyi anlamaları için önemli olduğunu söyledi.

Jüpiter muhtemelen ilk oluşan gezegen olduğu için, güneşin oluşumunun geride bıraktığı gaz ve tozun çoğunu emebilirdi. Jüpiter’in ne kadar su içerdiği, bilim insanlarının oluşumunu açıklamak için en makul teorileri belirlemelerine yardımcı olmalıdır.

Diğer güneş sistemlerinin nasıl oluştuğunu öğrenmek için Jüpiter’deki bulgular bazı büyük gezegenlerle birlikte ele alınarak genelleştirilebilir.

Jüpiter’in doğumunu anlamaları, araştırıcıların gezegenin rüzgar akımlarının nasıl hareket ettiğini ve içeriklerinin nelerden oluştuğunu anlamalarına yardımcı olacaktır.

Galileo’nun sonuçları 1990′ larda bile bir bilmeceydi. Uzay aracı, bilim insanlarının tahmin ettiğinden 10 kat daha az su gösteren veriler gönderdi ve daha garip bir şekilde, aracın Jüpiter’in atmosferine girdiği daha derinlerde su miktarının arttırdığı ortaya çıkmıştı.

Dosya:Artwork Galileo-Io-Jupiter.JPG

Gezegen bilimciler, veri aktarımını durdurduğunda, yaklaşık 120 km derinlikte, etrafındaki atmosferin değişmeyen bir kompozisyonla iyi karışması gerektiğini ummuşlardı.

Yer tabanlı kızılötesi bir teleskop, Jüpiter’deki su konsantrasyonlarını Galileo’nun atmosfere girişiyle aynı anda ölçe bildi ve Galileo’nun yanlışlıkla kuru bir noktaya çarpmış olabileceğini gösterdi.

Bu da suyun Jüpiter’in atmosferinin derinliklerinde iyi karışmamış olduğunu gösterdi. Juno’nun ilk sekiz uçuşu da atmosferik karıştırmada eksiklik olduğunu gösterdi. Uzay aracının radyometresi, 150 km’de Galileo ölçümlerinden bile daha derin veriler elde etti ve ekvatorda Galileo’dan daha fazla su buldu.

Araştırmacılar şimdi Juno’nun ekvatoral ölçümlerini gezegenin kuzeyindeki gözlemlerle karşılaştırmayı bekliyor; Juno 53 günlük yörüngesinde yavaş yavaş kuzeye doğru ilerleyerek her yarı kürede inceleme yapıyor. Uzay aracının bir sonraki uçuşu 10 Nisan’da olacak.

NASA, Güneybatı Araştırma Enstitüsü’nden Juno baş araştırmacısı Scott Bolton, “Tam olarak bir şeyler bulduğumuzu düşündüğümüzde, Jüpiter bize hala ne kadar öğrenmemiz gerektiğini hatırlatıyor.

Juno’nun atmosferin bulut tepelerinin altında bile iyi karıştırılmadığına dair şaşırtıcı keşfi, hala anlamaya çalıştığımız bir bilmecedir. Kimse suyun gezegende bu kadar değişken olabileceğini tahmin edemezdi” diye açıklamada bulundu.

Dünya’ya Çarpması Olası Asteroit 1998 OR2…

0
Dünya’ya Çarpması Olası Devasa Asteroid 1998 OR2…

Bu Göktaşı Dünya ile Çarpışacak bir Yörüngeye İner mi? Gökbilimciler Yörüngesini İzliyor.

1998 OR2 olarak adlandırılan devasa asteroit şu anda gezegenimizin yakınından geçecek bir yörüngede izlenmekte.

Asteroid Gelecek Yıl Dünya ile Çarpışma Parkuru Olabilir, NASA Yörüngesini İzliyor

Bu Asteroit,  potansiyel olarak var olduğu bilinen en tehlikeli ve en büyük asteroitlerden biridir.

  • 1998 OR2’nin nisan ayında gezegenimizin yakınından geçmesi bekleniyor.
  • Yarkovsky etkisi bir çarpışma rotasına doğru yörüngesini değiştirebilir
  • Kütle çekimsel anahtar deliği olayı da asteroiti Dünya’ya doğru çekebilir

Asteroitler – uzayda yüzen kayalık cisimler, göktaşları – özellikle olumlu bir his uyandırmazlar. Bunlardan birinin dünyaya vurduğunu ve dinozorları yeryüzünden sildiğini hatırlıyor musunuz? Görünüşe göre, başka bir büyük asteroit gezegenimizle çarpışma rotasına girerse büyüklüğü nedeniyle tahribat yaratabilir. 1998 OR2 olarak adlandırılan ve Nisan ayında Dünya’yı etkileyebilecek ölümcül asteroit gökbilimciler tarafından izleniyor. Neyse ki, gök cismi şu anda zararsız bir yolda, yani bazı anormal faktörler devreye girmedikçe gezegenimizi pas geçecek.

Yakın Dünya Cisimlerini Araştırma Merkezi (CNEOS), 1998 OR2 asteroitinin tahmini 4 km çapında olduğunu ve 29 Nisan 2020 günü Dünya’nın ötesinden geçmesini bekliyor. En yakın noktasında, asteroit gezegenimizin merkezinden yaklaşık 6.3 milyon km uzakta olacak. Güvenli görünüyor, değil mi? Asteroit seyrini birkaç fenomen nedeniyle değiştirilebilir ve sonunda Dünya’ya çarpabilir.

Birincisi, asteroitlerin yörünge doğrultusunu etkilediği bilinen cismin dışında veya içinde üretilen radyasyon nedeniyle sıcaklığındaki değişikliklerden dolayı o göksel cisme uygulanan kuvvet olarak tanımlanabilen Yarkovsky etkisidir. Bu etkinin sonucu 1998 OR2 asteroitinin dönüşünü ve nihayetinde yörüngesini etkileyerek Dünya’ya dönmesine neden olabilir. Bu asteroitin ne kadar tehlikeli olduğu hakkında bir fikir vermek için, var olduğu bilinen en parlak ve en büyük potansiyel olarak tehlikeli asteroitlerden biri olduğunu söylemek gerekir.

1998 OR2 photos ile ilgili görsel sonucu

Katastrofik asteroit çarpışma olayına yol açabilecek ikinci faktör, çekimsel anahtar deliğinin neden olduğu yörünge bozukluğudur. Gezegenin kütle çekiminin asteroit gibi geçen uzamsal bir cismin yörüngesini değiştirebileceği ve onu içeri çekerek bir çarpışmaya yol açabileceği, gezegenin etrafındaki uzayda küçük bir bölge olarak tanımlanabilir. Sadece ilk etapta asla olmayacağını umalım, çünkü tehdit haline gelmesi durumunda 1988 OR2’yi yok edebilecek Dünya’nın bir lazer silahı veya bir “Ölüm Yıldızı” yok.

Asteroitin büyüklüğü ve hızı göz önüne alındığında, çarptığı zaman o bölgede en az 50 km genişliğinde bir krater oluşturacaktır. Etki olayından kaynaklanan büyük patlama şiddetli depremler yaratacaktır. Ayrıca gökyüzüne doğru dünyanın farklı yerlerine çöken erimiş kalıntıları da savuracak patlamanın neden olduğu yoğun ısı dalgası, yoluna çıkan her şeyi yakıp yüzlerce km yol alacaktır. Sonunda, çarpma olayından kaynaklanan toz ve döküntüler atmosferi kaplayarak güneş ışığının nüfuz etmesini ve Dünya yüzeyine ulaşmasını önleyecektir. Nükleer kış olarak bilinen bu olay birkaç ay sürecek ve gezegendeki çeşitli türlerin ölümüne yol açacaktır.

 

Radyo Dalgaları Üreten Bir Öte Gezegen Keşfedildi…

0
Radyo Dalgaları Üreten Bir Öte Gezegen Keşfedildi…

Bir öte gezegen, kırmızı cüce güneşinden radyo dalgaları üretiyor

Kırmızı cüce ve gezegen

Bir sanatçının izlenimi, gezegenin nasıl bir elektrikli dinamo olarak davrandığını gösteriyor.

Kırmızı bir cüce yıldızdan patlayan radyo dalgalarının alışılmadık bir kaynağı var – yörüngesindeki bir gezegen.

Hollanda’da Düşük Frekans Dizisi radyo teleskobunu kullanan gökbilimciler, kırmızı cüce yıldız GJ1151’in, birkaç günde bir tam bir yörüngeyi tamamlayan kabaca Dünya boyutundaki gezegeniyle tutarlı radyo sinyalleri yaydığını keşfettiler.

Bu mesafede dönen bir gezegen muhtemelen yıldızının yaşanabilir bölgesinde, sıcaklıkların gezegenin yüzeyinde sıvı suyun akmasına izin verdiği bölgededir.

Bununla birlikte, yıldız radyo dalgaları üretiyor çünkü yörüngedeki gezegen elektrikli bir dinamo gibi davranıyor. Dalgaların gücü, yıldız ile gezegen arasında, gezegenin atmosferine ek ısı sağlayacak önemli miktarda elektrik gücünün aktığını gösteriyor.

Hatta atmosferini kaynatıp gezegeni yaşanmaz hale getirebilir. Çalışmaya öncülük eden Hollanda Radyo Astronomi Enstitüsü’nden Harish Vedantham, gezegenin büyüklüğü ve kütlesi hakkında önemli bir belirsizlik olduğunu söylüyor.

Bu nedenle atmosferde neler olup bittiğini söylemek zor. Ancak bunun gelecekte güneş dışı gezegen tespiti için umut verici bir yöntem olabileceğini düşünüyor.

exo planet photos ile ilgili görsel sonucu

“Bu ilk bebek adımı. Artık bu yolun var olduğunu ve nasıl yürüyeceğimizi biliyoruz ”diyor Vedantham. Bir sonraki adım, gezegeni yıldız üzerindeki çekimi yoluyla tespit etmeye çalışmaktır.

Bu da, gezegenin kütlesi ve yörüngesi hakkında daha iyi tahminler sağlayacak ve araştırmacıların atmosferinin durumunu çözmelerine izin verecektir.

Ekip ayrıca diğer gezegenleri aramak için diğer yıldızların radyo verilerine de bakıyor. Diğer tespit yöntemleri kırmızı cücelerin etrafında çok sayıda gezegen bulundu ve bu yıldızlar genellikle güçlü manyetik alanlara sahipler.

Bristol Üniversitesi’nde bir öte gezegen bilimcisi olan Hannah Wakeford, yeni çalışmanın önemli olabileceğini söylüyor. “Bu büyüleyici bir çalışma ve eğer doğrulanmışsa, güneş dışı gezegenleri anlamada derin etkileri olacak” diyor.

Uzayda Yer Çekimi Var Mı?

0
Uzayda Yer Çekimi Var Mı?

Tabi ki. Çekim gücü her yerde vardır, uzayda bile.

shutterstock 251064964

Hızlı bir YouTube araması, uzay aracı içindeki boşlukta yüzen çok sayıda astronot videosunu ortaya çıkarır. Havada dönebilirler, su kabarcıklarıyla oynarlar ve saçları uçuşur görünür. Görünüşe göre uzayda yer çekimi yoktur – ancak görüntüler aldatıcıdır. Yörüngedeki astronotlar yer çekimsiz ortamda değil serbest düşüşte demek daha doğrudur. Sürekli Dünya’ya doğru düşerler – yani Dünya üzerinde yer çekimi onları tutmaktadır.

Çekim gücü uzaklıkla azalır. Ancak yıldızlar ve gezegenler gibi devasa nesnelerin çekim güçleri muazzamdır. Örneğin, Dünya’nın çekimi olmasaydı, Ay, Uluslararası Uzay İstasyonu (ISS) ya da yörüngedeki uydular uzayın derinliklerine uçarlardı. Fakat bunun yerine, Dünya onları çekimsel bir hat üzerinde tutar. Benzer şekilde, Güneş sadece Dünyayı, Jüpiter’i ve Plüton’u değil, aynı zamanda tam bir ışık yılı ( 9.5 trilyon km) uzaklıktaki Oort Kuyruklu Yıldız Bulutunu da tutabilmektedir.

Güneşimiz, Samanyolu’nun merkezindeki büyük kara deliğin çekimine tabidir. Ve Samanyolu’nun kendisi de, yakınındaki diğer galaksilerin çekimiyle adeta dans etmektedir. Kısacası, uzayda başka bir şeyin çekimine tabi olmayan uzaysal nesneler bulmak zordur. Bilim adamları yer çekiminin neden işe yaradığını hala bilmiyorlar. Bir bakıma, nasıl çalıştığını da aslında zar zor anladılar. Dört yıl önce Higgs bozonu keşfi, nesnelerin kütlelerini nasıl elde ettiklerini doğrulamaya yardımcı oldu, ancak bu, çekimin kendisini anlamamıza fazla ışık tutmadı.

DSC CR1016_14.jpg
17. yüzyılda Isaac Newton, Dünya’ya doğru düşen bir elmayı ve Güneş’in etrafında “düşmeden dolanan” Dünyayı resmen birbirine bağlayarak formüle eden ilk kişi oldu. Her ikisinin de arkasındaki kuvvet çekim gücüydü ve Newton bunu sadece iki nesne arasında daha büyük ve daha yakın olduklarında güçlenen bir çekim kuvveti olarak anladı.

Albert Einstein birkaç yüzyıl sonra ortaya çıktı ve bir yorum yaptı: Genel görelilik teorisine göre kütle çekimi, evrenin dokusu olan uzay-zamanın bir özelliğidir. Bir nesne ne kadar büyük olursa, uzay-zamanı o kadar fazla büker ki yakındaki nesnelerin birbirine doğru “düşmesine” neden olur. Bir nesne yeterince büyükse, bilim insanlarının geçen yıl başında ilk kez tespit edebildikleri gibi kütle çekim dalgaları başka bir deyişle uzay-zaman dalgalanmaları yaratabilir.

Çekim gücü evrenin dört temel kuvvetinden biridir (diğerleri elektromanyetizma ve güçlü ve zayıf nükleer kuvvetlerdir). Diğer kuvvetler, modele uyması ve diğer parçacıklara kuvvet aktarması için “kuvvet taşıyıcı parçacıkları” kullandığından, tüm maddeler fiziksel olarak çekim gücü oluşturan gravitonlar yaymalıdır. Bununla birlikte, gravitonların hala belirlenmemiş teorik parçacıklar olduğunu unutmayın. Kütle çekimin bu farklı yorumlarını uzlaştırmaya ve gerçek doğasını anlamaya çalışmak, fiziğin en büyük çözülmemiş sorunları arasındadır.

Betelgeuse Yıldızı Patlayacak mı?

0
Betelgeuse Yıldızı Patlayacak mı?

Betelgeuse kararıyor – ama yakında patlayacak mı?

Gece gökyüzündeki en parlak yıldızlardan biri sönükleşiyor ve şekil değiştiriyor. 

Betelgeuse yıldızının bu karşılaştırmalı görüntüsü, eşi görülmemiş kararmadan öncesi ve sonrasını göstermektedir. 

Betelgeuse 10 milyon yaşında bir yıldızdır – Güneş’in 4.6 milyar yaşında olduğu düşünülürse yıldız standartlarına göre genç bir çocuk – Güneş’ten yaklaşık 20 kat daha ağır ve yaklaşık 900 kat daha büyüktür.

Betelgeuse gibi hemen hemen tüm kırmızı süper devler hızlı yaşamaya ve genç ölmeye mahkumdur, sonunda bir süper novaya dönüşürler ve sonları böyle olur – astronomide bilinen en güçlü ve aydınlık patlamalar.

Betelgeuse değişken bir yıldızdır, bu nedenle zaman zaman daha sönük ve daha parlak olması normaldir, ancak son gözlemler son derece şaşırtıcı olmuştur.

ESO’nun Çok Büyük Teleskobunu kullanan gökbilimciler geçen yılın Aralık ayından bu yana Betelgeuse’un her zamanki parlaklığından % 64 daha sönük olduğunu gözlediler.

Normal bir günde Betelgeuse, Orion takımyıldızının bir parçası olan gökyüzündeki en parlak 11. yıldızdır. Bugün sadece 24. en parlak yıldız olarak izlenmektedir.

Bu gözlemler, Spectro-Polarimetrik Yüksek Karşıtlıklı Dış Gezegen REsearch (SPHERE) cihazı ile yapıldı. Bu, Yer merkezli bir gözlemevinde bulunan en gelişmiş ve heyecan verici astronomik araçlardan biridir.

SPHERE, bilim insanlarının genç yıldızların etrafında dolanan yeni oluşan gezegenlerin (esasen bu noktada sadece gezegen diskleri) yaydığı polarize kızılötesi ışığı görmelerini sağlar.  Görünüşe göre, Betelgeuse’un son derece yüksek çözünürlüklü fotoğraflarını çekmek için yeterince keskindir.

Betelgeuse sadece 650 ışık yılı uzaklıkta ve çok büyük olduğundan gökbilimciler, konveksiyon hücreleri veya granüller de dahil olmak üzere, gizlenmiş olabilecek bazı özellikleri ortaya çıkarabildiler.

Bunlar, yıldızın çekirdeğinin derinliklerinden yüzeye taşınan devasa sıcak gaz kabarcıklarıdır. Betelgeuse’un yeni görüntüleri, sadece önemli ölçüde ışığının azaldığını değil, aynı zamanda şeklinin de değiştiğini gösteriyor.

Kırmızı devlerin kararmasıyla ilgili olarak görülen bu olayın bu tip yıldızların yakınlarda süper nova’ya dönüşeceğinin bir işareti olduğuna inanılıyor.

Betelgeuse gerçekten patlamak üzereyse, galaksimizde gözlenen en parlak süper nova olacak. Hatta o kadar parlak olacak ki, diğer yıldızları görmeyi zorlaştıracak.

Betelgeuse’in doğrudan gökyüzü görüntüsü.  

Ancak yıldızın şu an ya da 100 bin yıl sonra herhangi bir zamanda patlaması mümkün olsa da, bu kararma aslında süper novaya gitmek üzere olduğunun bir işareti olmayabilir.

Bir teoriye göre, kırmızı dev şu anda titreşen ve ısı yüzeyinin etrafında dolaşan bir faaliyet döneminden geçmektedir. Tüm yıldızın boyutunun % 60’ı kadar büyük konveksiyon hücreleri Betelgeuse’u geçici olarak karartıyor olabilir.

Başka bir açıklama, yıldızın önünde görüş alanımızı kısmen gizleyen bir toz bulutunun bu durumu körüklediğidir.

Sanatçının süper star Betelgeuse hakkındaki izlenimi. Çizimde Sol taraf Betelgeuse yarıçapı birimindeki ölçek Güneş Sistemi ile (sağ taraf) bir karşılaştırma da sağlanmaktadır. 

Belçika’daki KU Leuven’de bir gökbilimci ve yeni gözlemlerden sorumlu ekibin lideri Miguel Montargès, “Üzerinde çalıştığımız iki senaryo olağanüstü yıldız faaliyeti veya bize doğru toz atma nedeniyle yüzeyin soğutulması olayıdır.

Elbette, kırmızı süper devler hakkındaki bilgimiz eksik kalıyor olabilir bu zaten hala devam eden bir çalışma, bu yüzden hala bir sürpriz olabilir” dedi.

Sonuç olarak Betelgeuse’un yakında patlayıp patlamayacağını bilmiyoruz. Bu çok kötü – yaşamlarımız boyunca olsaydı oldukça büyük bir şov olurdu.

“’Hepimiz yıldız tozundan yapılıyoruz’ ifadesi popüler astronomide çok duyduğumuz, ama bu toz tam olarak nereden geliyor?”un cevabını gözleyecektik.

Yaşamları boyunca Betelgeuse gibi kırmızı süper devler, süper nova olarak patlamadan önce bile çok miktarda malzeme yaratır ve çıkarırlar.

Modern teknoloji, yüzlerce ışık yılı uzaklıktaki bu nesneleri daha önce görülmemiş bir ayrıntıda incelememizi sağlıyor ve bize kitlesel kayıplarını tetikleyen şeyin gizemini çözme fırsatı veriyor.

Süper Kütleli Kara Deliğe En Yakın Yeni Bir Yıldız Keşfedildi…

0
Süper Kütleli Kara Deliğe En Yakın Yeni Bir Yıldız Keşfedildi…

Yeni Keşfedilen Bir Yıldızın, Süper Kütleli Kara Deliğe En Yakın Olduğu Bulundu

S62 star found near super massive black hole photos ile ilgili görsel sonucu

Samanyolu’nun merkezinde bulunan süper kütleli kara delik Yay A * (A-yıldızı diye telaffuz edilir) sadece 44 milyon kilometre genişliğinde bir bölgede yer alır ve Güneşimizin kütlesinin 4 milyon katından daha ağırdır. On yıllar süren gözlemler, bu inanılmaz nesnenin etrafında dönen birkaç yıldızı ortaya çıkardı.

Şimdi, gökbilimciler ona en yakın olan yeni bir tane buldular. Yıldız S62 olarak adlandırdı ve Yay Kümesi olarak adlandırılan Yay A * çevresindeki herhangi bir yıldızın bilinen en kısa ve kararlı yörüngesine sahip. Süper kütleli kara deliği sadece 9.9 yılda dolanır ve Uranüs ile Güneş arasındaki mesafeden birkaç km daha kısa olan 2.8 milyar kilometreye kadar yaklaşır.

Kara deliğin olağanüstü çekim gücü göz önüne alındığında, yörüngesinde dolanırken kara deliğe en yakın konumdayken yıldız, ışık hızının yaklaşık yüzde 10’u gibi olağanüstü bir hıza ulaşır. Araştırma grubu lideri Dr. Florian Peiβker: “Keşifin kendisi inanılmaz. Yoğun S-kümesindeki sönük yıldızların tanımlanması her zaman zordur.

Bu kadar yüksek derecede eliptik bir yörüngede bu yıldızı bulmak beklenmiyordu. Özellikle 10 yıldan kısa süren bir yörünge zamanıyla birlikte.” Yıldızın ayrıntılı özellikleri hakkında belirsizlikler var, ancak ekip, kütlesinin Güneşimizin kütlesinin yaklaşık 2,2 katı olduğunu tahmin ediyor.

Teorik modeller, böyle bir yıldızın süper kütleli bir kara delik etrafında oluşmasının mümkün olduğunu göstermektedir, ancak araştırmacılar yıldızın çok yakın eliptik yörüngesiyle şaşkına döndüler. Bir olasılık, S62’nin daha büyük bir yoldaşı olması ve çok yakın bir geçiş sırasında S6’nın kaldığı sırada bu arkadaşın yörüngesinden atılması. Başka bir olasılık, yıldızın bir çarpışmanın ürünü olması, ancak ekip buna ikna olmuş durumda değil.

S62 star found near super massive black hole photos ile ilgili görsel sonucu

Araştırmacılara göre:  “Bir çarpışma gerçekten de S62’nin yakın gelecekte büyük bir kaderi olsa da, nesnenin kendisinin yıkıcı bir çarpışma ürünü olması muhtemel değildir. Bu durumda, yıldız malzemesi hızlı yörüngesinin büyük bir kısmını kaplayarak uzamış olurdu.

Ancak S62, diğer S-yıldız küme üyelerine kıyasla benzer parlaklığa sahip gibi görünüyor ve çok kompakt.” Başka bir yıldızla çarpışma, bu nesnenin kaderini belirlemezse, başka bir olasılık, zamanla Yay A * tarafından yörüngesinden ayrılması ve süper kütleli kara deliğin etrafında dönen parlak bir plazma kuyruğu olan gelgit bozulması olayı haline gelmesidir. Yay A * çevresinde başka yıldızlar vardır, en yakın ikinci S2’dir ve yörüngesi genel göreliliği test etmek için kullanılmıştır.

Dr Peiβke’e göre: “Galaktik merkezdeki verileri sürekli olarak izleyecek ve analiz edeceğiz. Yaklaşık 10 derecelik bir çekimsel kayma beklediğimizden bu yıldız genel göreliliği test etmek için de kullanılabilir.” Bu analize ilişkin veriler, ESO’nun Çok Büyük Teleskopu’ndaki iki araçtan gelmektedir.

NACO enstrümanı ile yapılan gözlemler 2002’den 2018’e kadar ve SINFONI ile yapılan gözlemler 2008’den 2012’ye kadar uzanmaktadır. S62 her iki veri setinde de kolayca izlenebilir. Ekip ayrıca KECK veri setinden gelen verileri kullanarak yıldızın varlığını bağımsız olarak doğrulamıştır.

Mars Düşündüğümüzden Çok Daha Sonra Oluşmuş Olabilir…

0
Mars Düşündüğümüzden Çok Daha Sonra Oluşmuş Olabilir…

Mars düşündüğümüzden çok daha sonra oluştu: Araştırma, Dünyaya düşen Mars göktaşlarının, Kızıl Gezegenin mantosunu farklı malzemelerin birleşmesiyle nasıl oluşturduğunu gösteriyor.

Temsili Görüntü

Son bir araştırma, Mars’ın uzay bilimcilerin düşündüğünden milyonlarca yıl sonra oluştuğunu ortaya koyuyor. Gökbilimcilere göre, Mars erken kozmik etkiler nedeniyle oluştu, bu da sürecin çok sonra gerçekleştiğini gösteriyor. Güneybatı Araştırma Enstitüsü (SwRI) tarafından yapılan araştırma, güneş sisteminin eskiden şiddetli ve kaotik bir bölge olduğunu ortaya koyuyor. Yaklaşık 1.9 km çapında olan küçük proto gezegenler, bugün gördüğümüz gök cisimlerini doğurmak için asteroitler ve diğer uzay enkazlarıyla çarpıştı. Benzer şekilde, gezegenler de Mars’ın ilkel haliyle, çok önceleri çarpışmış olabilirler.

Bir asteroit veya kuyruklu yıldız Mars’a çarptığında, kimi zaman kayaları yüzeyinden fırlatır ve bu kayalardan bazıları uzaya gider ve sonra göktaşı olarak Dünya’ya düşer. Bunların üzerinde yapılan çalışmalar, özellikle genç bir gezegenin oluştururken demir çekirdeğine doğru çökme eğilimi gösteren tungsten gibi “demir seven” elementlerin miktarlarında, kompozisyonlarında büyük farklılıklar olduğunu gösterdi. Örneğin, Tungsten Mars’ın yaşını nasıl ölçtüğümüz için çok önemlidir. Gezegenin ne zaman oluştuğunu anlamak için kayalarda varlığı ya da yokluğu araştırılır.

Çekirdeğin dışında mevcutsa, bu oluşumun hızlı olduğuna dair bir işaret olabilir. Yokluk, daha yavaş oluşum anlamına gelir. Ancak tungstenin, Mars’a asteroit çarpışmalarıyla kompozisyonu değişmiş olabilir, bu da göktaşı örneklerinin bizi yanılttığı anlamına gelir. Mars göktaşlarındaki tungsten analizleri, gezegenin hızlı bir şekilde inşa edildiğini ve güneş sisteminin oluşumundan sonra beş milyon yıldan az bir sürede birleştiğini yani Mars’ın oluşmasının düşündüğümüzden 15 milyon yıl daha uzun sürebileceğini gösteriyor.

asteroid collision with mars photos ile ilgili görsel sonucu

Ekibin şefi Simone Marchi: “Sürecin diğer ayrıntılarını bulmak için, düzgün parçacık hidrodinamik etkisi simülasyonu yapıldı. Araştırmamız, mermer bir pastayı andıran Mars mantosunda erken çarpışmaların heterojen oluşumuna yol açtığını ortaya koydu. Mars mantosundaki bu (demir seven) ögelerin kanıtı, gezegenin birincil çekirdeği oluşturulduktan kısa bir süre sonra gezegenler tarafından bombalandığını tespit etmek için önemlidir.”

Radyoaktif bozunma sonucu tungsten izotopları oluştuğu için tungsten araştırması Kızıl Gezegen oluşumunun zaman çizelgesine ulaşmaya yardımcı olur. Yani gezegenin ne zaman oluşmuş olabileceğini anlamak için şimdiye kadar Mars mantosundaki tungsten izotoplarının oranına bakıldı. Önceki araştırmalara göre Mars güneş sisteminin oluşumuyla birlikte 2 – 4 milyon yıl içinde gayet çabuk oluşmuştu. Yeni çalışma, hızlı çarpışmaların bu tür demir seven parçacıkların oranını değiştirmiş olabileceğini, bunun Mars’ın oluşmasının 20 milyon yıla kadar sürebileceğini gösteriyor.

Şimdiye Kadar Ziyaret Edilen En Uzak Nesnelerin ‘Şaşırtıcı’ Ayrıntıları…

0
Şimdiye Kadar Ziyaret Edilen En Uzak Nesnelerin ‘Şaşırtıcı’ Ayrıntıları…

‘Sadece bir uzay patatesi değil’: NASA şimdiye kadar ziyaret edilen en uzak nesnelerin ‘şaşırtıcı’ ayrıntılarını açıkladı

Kırmızı, soğuk ve 4 milyar yaşında: Arrokoth’tan alınan veriler güneş sistemi hakkında ‘derin gerçekleri’ ortaya koyuyor.

Bir sanatçının izlenimi, Pluto'nun 1 mil ötesindeki Kuiper kuşağında Arrokoth ile karşılaşan Yeni Ufuklar probunu gösteriyor.
 Bir sanatçının izlenimi, Pluto’nun 1.6 km ötesindeki Kuiper kuşağında yer alan Arrokoth ile karşılaşan Yeni Ufuklar Sondasını gösteriyor. 

NASA, bir uzay aracının ziyaret ettiği en uzak nesnenin ayrıntılarını, gezegenlerin ilk güneş sisteminin puslu tozundan nasıl ortaya çıktığıyla ilgili on yıllardır süren bir bulmacayı çözebilecek gözlemlerini açıkladı.

Arrokoth olarak adlandırılan ultra kırmızı, fıstık şeklindeki bu gökcismi, binlerce cüce gezegen ve buzlu cisme ev sahipliği yapan geniş halka şekilli bir bölge olan Kuiper kuşağında Pluto’nun 1.6 km ötesinde yer alıyor.

Nasa’nın Yeni Ufuklar uzay aracı Ocak ayı başında Dünya’dan aşırı mesafede bulunan sondanın bu nesneyle kısa karşılaşması sırasında topladığı verileri gönderdiği anlamına geliyor.

Bu bölgede, mevcut malzeme yoğunluğunun düşük olması nedeniyle gezegensel gelişme erken bir aşamada durdu. Bu donmuş çorak toprakları keşfetmek, bilim insanlarının günümüzün gezegenlerinin tohumları ekilirken bir döneme geri dönmelerini sağlamakta.

Yeni Ufuklar’ın (New Horizons) baş araştırmacısı Dr Alan Stern “Burası güneşten çok uzakta – sıcaklıklar neredeyse tamamen sıfır. Nesneler bir çeşit durağanlık veya zaman kapsülü içinde korunuyor” dedi.

Bilim insanları on yıllardır gezegen oluşumunun nasıl başladığı konusunda iki rakip senaryo ile boğuşuyor. İlkine göre, hiyerarşik toplanma olarak bilinen küçük taneler ve çakıllar, zamanla birbirine yapışmak için yeterince kuvvet uygulayarak daha büyük ve daha büyük nesneleri çekerek sıkışırlar.

Yavaş yavaş, milyonlarca yıl boyunca, gezegenler rastgele, güçlü çarpışmalara rağmen böylece madde biriktirir. Bulut çökmesi olarak bilinen ikinci senaryo ise, bulutsunun belirli bölgeleri daha yüksek parçacık yoğunluğuna sahipti ve bu kümeler kendiliğinden kütle çekimsel olarak çökünceye kadar birbirine doğru çekildi.

Çarpışmalar hafifti ve gezegenler öylece “büyük doğdu” ve yüzlerce yıl içinde onlarca ve / ya da yüzlerce km çapında nesneler ortaya çıktı.

Arrokoth photos ile ilgili görsel sonucu

Arrokoth’un görünümü ve kompozisyonu, bulut çöküş teorisini destekleyen çarpıcı kanıtlar içermekte.

Southwest Araştırma Enstitüsü’nde araştırıcısı Stern, “Görüntülerde şiddet belirtisi, kırık yok, iki lob birlikte parçalanmış görünmüyor.

Arrokoth ile ilgili her şey yumuşak bir birleşmeye işaret ediyor. Nesnenin iki lobları da renk ve bileşim bakımından muntazam, her ikisi de organik bileşikler içeren ultra-kırmızı yüzeylere sahip, bu da parçaların bulutsunun farklı kısımlarından gelmek yerine birbirine yakın yörüngede olduğunu ima ediyor” dedi.

Mullard Uzay Bilim Laboratuvarı gezegen bilimi başkanı Prof Andrew Coates şunları söyledi: “Bu sonuçlar, Arrokoth’un iki lobunun sadece tempolu bir insanın Dünya’daki yürüyüş hızında değil, yüksek hızlı bir çarpışmada çok nazikçe bir araya geldiğini ve sıkıştığını kanıtlıyor.

Daha sonra iç güneş sisteminde daha hızlı çarpışmalar için kanıt olmasına rağmen, örneğin Dünya’ya çarpan büyük bir nesneden ay oluştuğunda, bu çalışma çok daha yavaş, daha onurlu etkileşimlerin güneş sisteminin en erken tarihinde önemli ve yaygın olduğunu göstermektedir.”

Yeni Ufuklar 2006 yılında göreve başladı ve motorlarını Arrokoth’a (o zaman Ultima Thule olarak bilinirdi) ateşlemeden önce Pluto ve uydularına altı aylık uçuşunu gerçekleştirdi.

Bu yaz, ekip, sondanın sınırlı yakıt kaynaklarına erişebilecek Kuiper kuşağında herhangi bir nesne olup olmadığını görmek için yer tabanlı teleskoplarla bir çalışma yapacak.

Her iki durumda da, Yeni Ufuklar 2030′ lara kadar iletişimi sürekli açık tutması beklenen plütonyum yakıtıyla Kuiper kuşağında ve ötesinde yelken açmaya devam edecek.

En yakın Yıldızsıda Oksijen bulundu…

0
En yakın Yıldızsıda Oksijen bulundu…

En yakın yıldızsıda (kuasar) moleküler oksijen tespit edildi

En yakın kuasarda tespit edilen moleküler oksijen
30 metrelik teleskopla Mrk 231’de moleküler oksijen emisyonu gözlendi. 

IRAM’ın 30 metrelik teleskobuyla ve NOEMA İnterferometresi kullanılarak yapılan gözlemler, bilinen en yakın kuasar olan Markarian 231’de moleküler oksijen varlığını ortaya çıkardı. Bulgu, bu nesnedeki moleküler gazın özelliklerini daha iyi anlamak için çok önemli olabilir.

(SMBH’ler) ve kuasarlar (yıldız benzeri nesneler, QSO’lar), Samanyolu galaksisinin binlerce katından daha fazla parlaklığa sahip son derece parlak aktif galaktik çekirdeklerdir (AGN). Çoğu kuasarın ev sahibi gökadalarına çok miktarda malzeme aktardığı, attığı bilinmektedir. Dolayısıyla, bu tür çıkışların tespit edilmesi ve gözlemlenmesi galaksilerin evrimi hakkında önemli ipuçları sağlayabilir.

Yıldızlar arası bulutsularda oksijen kimyası çalışmaları, evrendeki en bol üçüncü element olduğu için moleküler gaz hakkındaki bilgimizi geliştirmek için çok önemlidir. Ancak, bu tür çalışmalar zordur, çünkü Dünya atmosferinin zayıflaması nedeniyle, galaktik cisimlerdeki moleküler hidrojenin tayf çizgilerini (O 2) gözlemlemek neredeyse imkansızdır.

Fakat ekstra galaktik kaynaklarda O 2 çizgilerinin, Dünya atmosferinin zayıflamasından ötürü kırmızıya kaydığı görüldüğü için sorun ortadan kalkar ve bu nedenle yer tabanlı enstrümanlarla da gözlemlenebilir. Yaklaşık 581 milyon  uzaklıkta yer alan Markarian 231 (Mrk 231), yerel evrendeki en yakın QSO ve en aydınlık ULIRG’ dir (Ultra-Işıklı Kızılötesi Galaksi).

Markarian 231, çift kara deliğin ev sahibi galaksisi

Kuasar,  moleküler çıkışlar ve ayrıca mm karbon monoksit (CO) emisyonu gösterir dolayısıyla Mrk 231’in özellikleri, ekstragalaktik O2 emisyonunu aramak için onu mükemmel bir hedef haline getirir.

Şangay Astronomi Gözlemevi’nden Junzhi Wang ve ekibi, Ağustos 2015 ve Aralık 2017’de IRAS ve NOEMA ile birlikte 231 Mrk hakkında derin uzay gözlemleri gerçekleştirdi. Sonuç olarak, moleküler oksijen emisyonu kaynağı tespit edildi. O 2 emisyonunun Mrk 231’in merkezinden yaklaşık 32.600 ışık yılı uzaklıkta olduğu belirlendi.

Moleküler oksijen emisyonunun hızı 0.88 K km / sn olarak ölçüldü. Araştırmacılar, Mrk 231’deki O 2 emisyonunun, AGN güdümlü moleküler akış ve dış disk moleküler bulutları arasındaki etkileşimden kaynaklanabileceğini varsaymaktadır.

2 emisyonunun uzamsal ve hız dağılımındaki asimetrinin, kuasardaki moleküler gaz geometrisine ve merkezi AGN’den moleküler çıkışın asimetrisine atfedilebileceğini eklediler. Astronomlar,  “Mrk 231’deki O 2 emisyonunun hızının, esas olarak merkezi AGN’den yaklaşık on kpc (1 pc =  31 trilyon km)  dışarıdan gelen bir  ilişkili olduğunu düşünüyorlar.”